Bazı şarkıların tınısında hüzün vardır. Sözünde, ezgisinde, dokusunda…
Daha ilk notalar sese dönüşüp kulaklara ulaşırken bir hüzün atmosferi sarıverir ortalığı. Duyanların, dinleyenlerin yüzlerinde bir bulut dolaşmaya başlar. Notalar birbirini izledikçe yüzlerinden kalplere dolar iyice. Derken bulut olurlar, bütün bedenleriyle. Bir hüzün bulutu.
Bazı şarkılar böyledir de, bazıları ise tüm atmosferi hüzne bulamaz, o atmosfer içindeki bazı kişileri seçer. Yalnızca onların bedenlerini hüzün bulutuna çevirirler. Dinleyen başkaları gayet şen şakrat söyleşmeye devam edebilir o an…
Burada, o 'bazı kişiler'in yaşam serüvenlerindeki hüzün veren anılara o şarkının da eşlik etmiş olmasıdır söz konusu olan. O 'bazı kişiler'in yaşamındaki karşılığıdır o hüzün, şarkının dokusunda taşıdığı bir duygu değil.
Artık yıllar öncesinde kalmış bir aşk serüveninin izlerini taşıdığındandır belki; belki o şarkıyı mırıldanırken dinlenilmiş, artık o şarkıyı mırıldanamayan, eli tutulamayan, öpülemeyen, çok sevilen bir büyüğün anısını… Babanın, annenin, abinin…
Kimileri de, büyük umutlarla düşülmüş yollarda menzilsiz bırakılmanın kederini döker o 'bazı kişiler'in yüreğine.
O an aynı atmosferi paylaşıyor da olsalar, başkaları ortak değildir o hüzne, kedere…
***
Benim böyle şarkım, türküm çok da…
Bu Aralık ayı yeni birini daha ekledi.
'Üşüdüm diyorsan güneş olurum / Yanarım sevginle ateş olurum / Dolarım havaya nefes olurum / Gülü susuz, seni aşksız bırakmam.'
Yineleme (Nakarat) bölümü böyle şarkının.
Adı, 'Gülü Susuz Seni Aşksız Bırakmam'.
Aşkın Tuna'nın kaleme aldığı sözler mi?
'Seninle tattım ben her mutluluğu / Bırakıp gidersen bil ki yaşamam / Ömrümden canımdan ne istersen al / Gülü susuz seni aşksız bırakmam // Gönlündeki derdi siler atarım / Ümit pınarıyla coşar akarım / Kış göstermem sana ben hep baharım / Gülü susuz seni aşksız bırakmam.'
***
Ne var bunda hüzünlenecek?
Tam tersine, sevdiğiniz kadının, kadınsanız erkeğin ellerini tutarak, gözlerinin içine gülümseyerek söylenecek bir şarkı işte!
Besteyi yapan Zekai Tunca'dan dinleyebilirsiniz (Zara'yla düet halinde de söylemişler)… Umut Akyürek'ten… Baha'dan…
Zaten, Türk sanat müziğinden çok 'piyanist şantör'lerin tarzını yaşatan Baha'nın klibinde de birbirine koşan, sarılan, gülümseyen sevgililer var.
Ne var bunda hüzünlenecek?
***
Bu soru bir yana, besteyi yapan Zekai Tunca, Umut Akyürek, Baha…
Onlar bir yana…
İlle de Sado Dayı'dan dinlemeli…
Sokak şarkıcısı Sado Dayı'dan…
Çalgı olarak yalnızca klarneti kullanan Sado Dayı'dan… Şarkıyı söylemeye başlayınca da doğal olarak fonda müzik aleti olmadan söyleyen Sado Dayı'dan…
Sokak ortasına oturup söyleyen, gelip geçenlere, para atacaklar mı önündeki kutuya diye bakan, para atan olunca elini göğsüne götürerek teşekkür eden Sado Dayı'dan…
***
Daha bir kaç ay önce tanımıştım.
Ama binlerce yıllık dostum olmuştu!
Evet evet binlerce yıllık!
Öyle olmuştu.
Çünkü, Anadolu'muzun, Türkiye'mizin, Dünya'mızın söylenceler beşiği, doğal zenginlikleriyle yalnızca yakın çevresinin değil, evet yakın çevresinin değil, tüm dünyamızın akciğeri olan Kaz Dağı'nın altın için traşlanmasına, yok edilmesi girişimine karşı edebiyatçılar olarak ses olduğumuz etkinlikler dizisinde rehberimizdi. Hem bilgi verdi, yok edilene ve yok edilecek olanlara dair… Hem yüreğiyle kucakladı bizi. O gür bıyıklarıyla Kaz Dağı'ydı sanki!
***
Kimden mi söz ediyorum?
Sado Dayı'dan değil!
Sado Dayı'nın kaydını sosyal medyadaki sayfasında paylaşan birinden.
17 Kasım'da paylaşmıştı. Paylaşırken yazdığı tümce şu:
'Yaşarken dinleyebileceğimiz ne güzel şarkılar var…'
Duydum ki, 18 gün sonra yaşama gözlerini yumuvermiş.
O 18 günde daha ne kadar güzel şarkı dinledi?
Bilmiyorum.
Başol Özyayla'ydı adı…
Gazeteciydi, denizciydi (yok yok 'gemici'ydi), kısa filmler çekti… Ankara Film Festivali'nin yarışmalarında finale kaldı o filmleriyle…
Bunların bile bir anlamı yok!
İnsandı…
Düşünüyorum da, son 18 gününde ne kadarını dinledi, dinleyebildi o güzel şarkıların?