Cumhur ittifakını oluşturan partiler için haftalık grup toplantıları, bütün kötücül düşüncelerini, nefret ve kin söylemlerini Türkiye'ye zerk ettikleri zemin haline geldi. Özellikle de MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, her Salı günü kürsüye çıktığında ağdalı, bol sıfatlı sözcüklerle sağa sola höykürüp duruyor.

Varlığını korku ve düşmanlık duyguları üzerinden devam ettiren, ötekileştirici dilden medet uman Bahçeli ve partisinin bir gün bile halka bir proje sunduğu vaki değil. Yaşı kemale erdikçe olgunlaşması gerekirken daha da hırçınlaşıyor. Hele Semih Yalçın adlı bir genel başkan yardımcısı var ki, tam bir kin abidesi. Her sözünde birini asıp kesiyor, bir kesime hakaret ediyor, tehditler savuruyor. Daha bugüne kadar onun da normal bir cümle kurduğuna tanıklık etmedik. Süleyman Soylu sanki onun rahle-i tedrisatından geçmiş gibi… Varsa yoksa tehdit, aşağılama, hakaret…

Türkiye'nin siyasi tarihinde zuhur ettiği günden beri MHP, var oluşunu düşmanlık üzerinden inşa ediyor ve konjonktüre göre varlığına tahammül edemediği kesimler bazen Aleviler, bazen Kürtler, bazen Ermeniler, bazen solcular oluyor. Son birkaç yıldır dozunu artıran hırçınlığın nedenini anlıyoruz aslında. Çünkü Türk milliyetçiliğinin temsilcisi konumunda olduğu iddiasındaki MHP'nin, HDP'nin TBMM'de üçüncü parti olmasından kaynaklı bir sendromu var. Ama bu travmayı bir türlü aşamıyor. Sandıktaki hezimeti de Anayasa Mahkemesi'ne verdiği 'HDP kapatılmalıdır' telkinleri ile telafi etmeye çalışıyor. Bu gidişle değil meclisin dördüncü partisi olmak baraj altında kalacak ama nefret gözlerini öyle bir kör etmiş ki, kinlerinde boğulacaklar.

Hikmetinden sual olunamayan bu zevattaki kibir, üstünlük duygusu, güç zehirlenmesi arş-ı alaya çıkmış durumda; dolayısıyla kendilerini soru sorulamaz konumda görüyorlar. Alıştıkları ve tarzlarına alıştırdıkları bir gazeteci güruhu da az değil öyle… Son Sinan Ateş suikastında ortaya saçıldığı gibi gırtlağına kadar suça gömülmüş durumdalar. Mafya, rüşvet, cinayet ve uyuşturucu şebekelerine uzanan ilişki ağları ile MHP, adeta toplumun huzurunu dinamitliyor ama susturulmuş medyanın ağzını bıçak açmıyor.

Hal böyle olunca gerçek gazetecilerin sorularından rahatsızlık duyuyorlar. Bu haftaki Salı grup toplantısı çıkışında Ankara'nın deneyimli gazetecilerinden Yıldız Yazıcıoğlu'nun Sinan Ateş'le ilgili sorusu Bahçeli'nin vücut kimyasını bozabiliyor. Bahçeli'nin, gazeteci arkadaşımıza 'işine bak' demesi ise ayrı bir ironi. Yazıcıoğlu'nun korumalar tarafından fiziki olarak çirkin, nobran bir tavırla uzaklaştırılması ise MHP zihniyetinin arkaikliği ile açıklanabilir ancak. Basın özgürlüğüne yönelik bu çirkinlik yetmiyormuş gibi özür dilemesi gerekenlerin bir de soru soranı 'ajan, provokatörlük'le itham etmesi ayrı bir garabet.

Oysa Yazıcıoğlu, tam da Bahçeli'nin dediği gibi işine bakıyor ama kendileri ellerine soruların tutuşturulduğu katip gazeteci tipine çok alıştıkları için Yazıcıoğlu'nun gerçek gazeteciliği karşısında verebileceği bir cevap da bulunmadığından afallıyor.

Gazeteci, soru sorar. İşi soru sormaktır ve bu görevi de kişisel ihtiyacından dolayı değil kamuoyu adına yerine getirir. Dolayısıyla meslektaşımız, tam da gerçek bir gazeteci gibi davranarak sorusunu cesaretle sormuştur.

Alışsanız iyi olur.