Erzincan'ın İliç ilçesinde Çöpler Altın Madeninde birkaç gün önce siyanürlü solüsyon boruları patladı. Yaşanan sızıntı sonucunda tonlarca saf siyanürün Fırat nehrine karıştığı iddia ediliyor. Sızıntının sosyal medyaya yansımasından sonra Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı maden şirketine önce para cezası kesti, sonrasında da yükselen tepkileri frenlemek niyetiyle, şirketin faaliyetinin geçici olarak durdurulduğunu açıkladı. Oysa, İliç'teki altın madeni işletmesinin hala açık olduğuna dair kuvvetli emareler var.
İliç'teki felaket, bizim son duyduğumuz felaket… Birçok riski göze alarak toprağına, havasına, suyuna sahip çıkan aktivistler olmasa kimsenin ruhu duymazdı bile… Neyse ki, bir şekilde bu felaketlere dair görüntüler kamuoyuna yansıyor da biz de haberdar oluyoruz.
Tıpkı, Giresun'da, Kütahya'da ve daha başka yerlerde olduğu gibi… Örneğin, Giresun Şebinkarahisar'da da birkaç ay önce patlayan siyanür ve ağır metal dolu atık havuzu çevreye zehir saçtı. Memleketin cennet köşelerinden Kelkit Vadisi'nin akarsularının rengi değişti, toprağa, suya ağır metaller karıştı. Bu korkunç haber de gizlenmek istendi ama sonrasında inkarı mümkün olmadı.
Anımsadığım benzer bir çevre yıkımı da Kütahya'dan. Kütahya'nın Tavşanlı ilçesinde yine siyanürlü atık havuzlarındaki sızıntı yüzünden zehirlenme iddiaları gündeme geldi. Üstelik sadece bir kez değil Tavşanlı'nın farklı köylerinde ve farklı tarihlerde birkaç kez aynı içerikte bilgiler kamuoyuna yansıdı.
Ülkenin bir ekolojik kırımdan geçtiği malum. Bu kırımın, memleketin dört bir yanında, çok vahşi bir şekilde gerçekleştirildiği uçakla yapılan yolculuklar sırasında gayet net anlaşılıyor. Doğudan batıya, kuzeyden güneye, verimli tarım arazilerinin, yemyeşil ormanların nasıl çölleştirildiği, her tarafın delik deşik edilip toprağın altının üstüne getirildiği görülüyor ve bu haliyle hiçbir hayat belirtisinin olmadığı bilinmedik gezegenleri andırıyor. Memleketin dört bir yanındaki her bir güzelliğin canına okunuyor adeta… Öyle korkunç bir yıkım var ki; sanırsın Moğol istilası içinden çıkılmış…
Devasa boyutlardaki bu boz renkli alanlar, kendi geleceğinin, hayatının sonlandırıldığını bilmeyecek kadar gaflet ve aymazlık içinde bulunan insanların duyarsızlığı karşısında, doğaya karşı işlenmiş vahşi cinayetlerin canlı şahitleri gibi duruyor.
Halk, bu felaketlerin farkına varmadığı, ortak bir tepki geliştirmediği ve verdiği oy ile yıkım siyasetlerine destek sunduğu için de doğa tahribatı, hiçbir sınır, kural tanımaksızın gemi azıya almış vaziyette devam ediyor. 'Irmağının akışına ölürüm Türkiye'm' diye şarkı söyleyenler, derelerin hapsedilmesi, çevrenin kirletilmesi, börtü böceğin yok edilmesi karşısında kıllarını dahi kıpırdatmıyorlar.
Uğruna ölünecek bir ırmağın kalmadığını bilmiyorlar mı acaba? Bu gözü dönmüşlüğün, aç gözlülüğün, hırs ve rant iştahının her şeyi zehirlediği, halk sağlığını tehdit ettiği fark edilemiyor mu?
İlla ki, Kızılderili atasözünde ifade edildiği gibi, paranın yenmeyen bir şey olduğunu anlamak için, son kuş uçuşunu, son ırmağın kurumasını, son balığın ölmesini beklememiz mi gerekiyor.