Siyaset kurtlarının işler iyi gitmediğinde sıklıkla başvurdukları yöntemlerden biridir:
Ne sorarlarsa sorsunlar, sen bildiğini söyle.
Özellikle de basın toplantılarında eleştirel soru bombardımanı karşısında politikacının kalkanıdır bu yöntem.
Türk siyasetinin bir dönemine imza atmış olan Demirel, bu yöntemi en iyi kullanan siyasetçilerin başında gelir bence…
Örneğin herhangi bir açıklaması sırasında tekel zamlarıyla ilgili bir soru sorulsa 'Bak gardaşım'' diye söze başlar, uzunca süre konuşurdu. Söylediklerinin içinde bir tek sorunun yanıtı olmazdı.
Sözünü soruya gerekli yanıtı vermiş edasıyla 'Tamam mı'' diye bitirir, soruyu yönelten gazeteciye de 'Tamam'' dercesine başını sallamaktan öte bir çare kalmazdı.
Bazı politikacıların verdikleri yanıtları anlamak ise, çözümü zor bir bilmeceden farksız olurdu.
Politikacının işine gelmediği durumlarda başvurduğu bir taktikti bu.
İşe yarar mıydı, orası tartışılır belki ama, sorunun muhatabı politikacıya en azından o an için ''kalkan'' görevi yapmış olurdu.
Şimdilerde durum çok farklı…
Bugünlerin modası 'al gülüm-ver gülüm'' yöntemine dayalı…
Öyle kafana göre soru sormak yok…
Hele de sorunun muhatabı iktidar yetkilisi ise…
'Ne olacak bu milletin hali?''
'Zamların sonu ne zaman gelecek?''
'Fakir fukara perişan. Çare olarak ne gibi bir önlem alınacak''
'İşsizlik sorunu nasıl ve ne zaman çözülecek?
Türünden soruları unutacaksınız bir kere…
Öyle ya!
Gazeteci misiniz, muhalefet partisi sözcüsü mü?
Yok efendim hayat pahalılığı imiş, etiketlerdeki fiyatlara yetişmek mümkün değilmiş, işsizlik artıyormuş, iç borçlar, dış borçlar, paranın değeri…
Bıraksanız sabaha kadar konuşur…
Biz yine de Yeşilçam filmlerinin ünlü repliğinde arayalım çareyi.
Olur ya tutar belki:
'Reca ederim kapatalım bu bahsi''