Önceki yazımızda 1950 yılındaki iktidar değişikliğiyle Cumhuriyetimizin yaşamında üçüncü bir dönemin başladığını söylemiş, bu dönemin en önemli özelliğinin Türkiye’nin soğuk savaş döneminde ABD kampının öncü güçlerinden biri haline gelmesi olduğunu sözlerimize eklemiştik...

Bu süreç sonunda Türkiye önce Kore Savaşına daha sonra NATO’ya katılmış, ardından ABD’nin desteğiyle Sovyetler Birliği'nin Ortadoğu'da nüfuzunu kırmaya yönelik Bağdat Paktı’nın kurucu üyelerinden biri olmuştu...

Türkiye o günden bu yana NATO üyeliğine AB’nin Gümrük Birliği üyeliğini de eklemiştir...

Ve Batı yanlılığı Türk dış politikasının tartışılmaz “dogması” haline gelmiştir...

Bu tarihten itibaren yapılan askeri darbelerin oluşturduğu yönetimler ve parlamentoda görev yapan çeşitli eğilimleri temsil eden siyasi partilerin kurduğu hükümetler, bu politikaları sürdürme konusunda ortak bir tavır izlemişlerdir.

***

Bu süreç sonunda yüzüncü kuruluş yıl dönümünü kutlayan cumhuriyetimizde kuruluş döneminde uygulanan devrimci atılımın getirdiği kazanımlardan geriye çok az şey kalmış bulunmaktadır...

Buna karşılık, kuruluş dönemi politikalarına ve Mustafa Kemal Atatürk’ün temsil ettiği çizgiye duyulan özlem son yıllarda halk yığınları arasında her geçen gün biraz daha artmaktadır...

Bunun en açık göstergelerinden biri geleneksel olarak Atatürk’e ve onun devrimlerine karşı çıkan siyasi kesimlerin bile Atatürk’e karşı çıkmanın kendilerine yarar sağlamayacağını anlamış ve söylemlerini değiştirmiş olmalarıdır...

Bu durumu gösteren bir diğer olgu da Milli Savunma Bakanlığı’nın verilerine göre Cumhuriyetin 100’üncü yıl dönümü dolayısıyla 29 Ekim Cumhuriyet Bayramında 1 milyon 182 bin kişinin Anıtkabir’i ziyaret ederek ona saygılarını sunmuş olmasıdır...

Yüz yılı aşkın bir süredir kesintisiz devam eden bu ilgi ve sevgi, dünyada hiçbir siyasi lidere nasip olmamıştır.

***

Ne var ki, bu gelişme kendi siyasi mihrakını yaratabilmiş olmaktan uzaktır...

Atatürk’ün kurduğu parti bile günümüzde onun ilkelerinden uzaklaşmış, neoliberalizm bataklığına batmış ve Batılı sosyal demokrat partilerin kötü bir kopyası haline gelmiş bulunmaktadır...

1960’lı yıllarda Mustafa Kemal Atatürk’ü bayrak yaparak ulusal demokratik mücadeleyi geliştiren sol güçlerin mirasçısı olduklarını iddia eden akımlar ise ya ABD’nin dümen suyundaki mikro milliyetçi akımın etki alanına girmiş ya da Avrupa’nın “yeşiller” vb. neoliberal akımlarının uzantısı haline gelmişlerdir.

***

Ulusal sol akımın önde gelen düşünürlerinden Korkut Boratav, geçtiğimiz günlerde yayınlanan bir yazısında bu olumsuz tabloyu şöyle dile getirmiştir:

“Parlamenter solu temsil eden CHP önce parçalanmış; tekrar bütünleştiğinde 1970’li yılların sınıfsal platformundan ve aydınlanmacı/Kemalist çizgisinden kopmuştur. Sol kanadı olmayan liberal bir partiye dönüşmüştür. Parlamento-dışı, devrimci, sosyalist sol ise 12 Eylül darbesinin öncelikli hedefi olmuştur; çökertilmiş, dağıtılmıştır. Bir önceki dönemin yaygın, örgütlü gücüne tekrar ulaşamamış, etkisiz kalmıştır. 1970’li yıllarda CHP’yi sola çekmiş olan 'mıknatıs' etkisini de yitirmiştir.”...

Boratav, sözünü ettiği “mıknatıs etkisi”nin nasıl yeniden canlandırılabileceğini ve bu yolun üzerindeki engellerin nasıl aşılabileceğini ise şöyle özetlemektedir:

'Yeniden Kuruluş'un kitle tabanı on yıl önce, Haziran Gezi kalkışması ile kendiliğinden ortaya çıktı. Katılanlar ortak simge olarak Mustafa Kemal’in kalpaklı portrelerini seçtiler. Cumhuriyetçi, kamucu aynı zamanda sosyalist sloganları benimsediler; komünist bölüşüm ilkelerini de uyguladılar. İşçi sınıfının nitelikli kesimlerinden, mensuplarından, geleceğin işçileri olan öğrencilerden oluşmaktaydı. Liderlik, öncü örgüt yoktu; aranmaktaydı. Sosyalistler altı yıl önceki Cumhuriyet mitinglerinden uzak durmuşlardı. Gezi kalkışmasında liberal yanılgılara son verdiler; katıldılar ama kalkışmayı siyasete taşıyamadılar.”

***

Cumhuriyetimizin yüz yıllık tarihine damgasını vuran üç tarz-ı siyaset, “Kemalist devrimci atılım”, “bürokratik durgunluk” ve cumhuriyetin laik, demokratik, özüne karşı yürütülen “rövanşist politika” tarihteki yerlerini almış bulunmaktadır. Cumhuriyetin yeni yüz yılı onun kuruluş ilkelerini canlandırmak ve ileri taşımak zorundadır...

Bunu yapabilecek olan tek güç, ulusal, demokratik ve sosyalist değerleri harmanlayarak günümüz koşullarına uygulayabilecek olan siyasi bir ittifaktır.
(Bitti)