Önceki yazımızda Mart ayı sonunda yapılacak yerel seçimlerin önemi yerel olmanın çok ötesine uzandığını...

Bu seçimler eğer iktidarın başarısıyla sonuçlanırsa uzunca bir süre yeni bir seçim yapılmayacağından Türkiye’deki “başkanlık rejimi”nin sağlamla- şacağını ve muhtemelen yeni anayasa değişiklikleriyle rejim AKP’nin tasarladığı biçimde formatlanacağını...

Muhalefet partileri için yenilgi sayılabilecek bir tablonun ortaya çıkması durumunda ise bu partilerin iç sorunları ağırlaşacak ve toplumsal muhalefet içine akabileceği bir mecra bulamayacağını söylemiştik.

***

Bu durumda muhalefet partilerinin seçim propagandalarını yerel sorunların ötesine kaydırmaları ve ülkenin önündeki önemli sorunları toplumun gündemine getirebilmeleri gerekiyordu...

Ama bunun tam tersi oldu; muhalefet partileri kendi iç sorunlarına gömülerek belediye yönetimlerini ele geçirebilmek için tüm siyasi kaygıları bir kenara bıraktılar; popüler adaylar arayıp bulacağız diye apolitik şahsiyetleri vitrine koyarak seçim kazanma yarışına girdiler...Bu durumdan en çok yararlanan ise iktidar blokunu oluşturan partiler oldu.

***

Şu geçtiğimiz günlerde toplumu ilgilendiren olayları bir hatırlayalım...

Örneğin Erzincan İliç’te yaşanan maden faciasını ele alalım...

Bu olay, iş ve işçi güvenliğinden Türkiye topraklarının yabancı madencilik şirketlerine peşkeş çekilmesine; halk sağlığından tarım topraklarının, yayla- ların, meraların ve ormanların yağmalanmasına kadar bir çok sorunu su yüzüne çıkaran bir olaydı...

Peki, muhalefet partileri yerel yönetimlerle de yakından ilgili bu konuları gündeme getirip etkili bir kampanya yürütebildiler mi?

***

Siyasi partiler “apolitik” bir kampanya yürütüyorlar derken kastettiğimiz şey bu...

Politika, “particilik yapma, koltuk kapma, rakiplerinin ayağını türlü üç kağıtla kaydırma” değil, “apolitik” gibi görünen olayların temelinde yatan “politik” sorunları gündeme getirebilme sanatıdır...

Bunun için de politikayı yönlendirme iddiasında olanların bu işi yapabilmelerini sağlayacak bir dünya görüşüne sahip olmaları gerekir.

***

Örneğin, “politikadan uzak” bir yaklaşıma sahip olan TEMA Vakfı geçtiğimiz günlerde yaptığı bir çalışmayı kamu oyuna duyurdu...

Siyasi açıdan büyük bir önem taşıyan çalışma tarım ve hayvancılık açısından önem taşıyan 29 ilimizin yüzölçümü olarak %67’sinin madenlere ruhsatlandırılmış olduğunu ortaya koyuyordu...

Araştırmanın verdiği bilgilere göre Gümüşhane’nin topraklarının %93’ü, Kütahya’nın %92’si, Giresun’un %85’i, Rize’nin %82’si, Uşak’ın %80’i, Çanakkale-Balıkesir (Kaz Dağları) %79’u, Trabzon’un %77’si, Ordu’nun %74’ü, Zonguldak-Bartın’ın %72’si, Artvin, Eskişehir’in %71’i, İzmir’in %70’i, Bayburt, Sivas, Tekirdağ-Kırklareli’nin %65’i, Erzurum’un %63’ü, Muğla’nın %59’u, Kahramanmaraş’ın %58’i, Afyonkarahisar, Erzincan- Tunceli’nin %52’si, Tokat’ın %46’sı, Karaman’ın %38’i ve Siirt-Şırnak-Batman’ın %34’ü IV. Grup madencilik faaliyetlerine ruhsatlandırılmıştı...

IV. Grup madenler, sodyum, potasyum, lityum, iyot, bor tuzları gibi 100'e yakın endüstriyel hammaddenin yanı sıra linyit, taş kömürü, uranyum, toryum, radyum gibi enerji hammaddeleri ve altın, gümüş, platin, bakır, demir, krom, titan ve alüminyum gibi metalik madenleri içeriyordu.

***

Bu konu “politik açıdan” ele alındığı takdirde insanlarımıza topraklarımızın yabancı uyruklu kişilere satılmasından halk sağlığına, eti neden pahalı yediğimizden iş güvenliğinin önemine kadar bir çok sorunu anlatabilmek ve onların desteğini alabilmek mümkündü...

Son zamanlarda ülkenin dört bir köşesinde yerel halkın madencilik faaliyetlerine karşı kendiliğinden giriştiği direnişlerin yaygınlaşması da bunu gösteriyordu...

Dahası, Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Mehmet Özhaseki, geçtiğimiz günlerde Meclis’te verilen bir soru önergesini yanıtlarken yabancı gerçek kişilerin ülkemiz genelinde 14.11.2023 tarihi itibariyle aktif olarak satış ve benzeri yollarla 28 milyon 318 bin 836 m2 yüzölçümü kadar arsa, arazi, tarla, bahçe vb. nitelikli 17 bin 76 adet ana taşınmaz edindiğini ortaya koymuştu.

Bu araziler, genellikle en verimli tarım toprakları, akarsu kenarları, yaylalar ve meralar üzerinde yer almaktaydı...

Ne yazık ki, bunların hiçbiri en az iktidar partileri kadar neoliberal iktisat anlayışına gömülmüş muhalefet partilerimizi ilgilendirmedi. Birkaç yasak savma kabilinden “beyanat” dışında bu olayla ilgili hiçbir etkinlik sergilenmedi...

Öyle olunca da propaganda faaliyetleri kişisel sürtüşmelere, muhalefet partilerinin birbirlerini kötülemelerine ve her biri bir odağa mahkum kamuoyu araştırma şirketlerinin araştırmalarında kimin ne kadar oy aldığı tartışmalarına indirgendi...

Hayırlı olsun!