Ankara, sağanak altında…
Hasretle yolu gözlenen yağmur bir türlü yağmayınca imdada yetişen yine politikacılar oldu.
Vaat sağanağı…
Ham de ne sağanak…
Sandık zamanı yaklaştıkça şiddeti de artırıyor.
Çıkacak sonuç derde deva olur mu?
Bekleyip görmek lazım.
Sonuç belli olsun…
Gidişata hep birlikte bakar, “olur mu?’ ‘’olmaz mı?’’ üç aşağı beş yukarı anlarız.
Şimdi dinleme zamanı…
Biri “yapacağım’’ diyor,
Diğeri, “ben çoktan yaptım’’ diye konuşuyor…
Biri, “Bugüne kadar neden yapmadın?’’ diye soruyor,
Diğeri, “Bakarsan görürsün yaptıklarımı?’’ diye karşı atağa geçiyor.
Bu karşılıklı atışmalar daha da yoğunlaşarak, daha da sertleşerek devam eder.
Ta ki sandık vakti gelip çatana kadar…
Sonra söz millete gelecek…
Bakalım, o ne diyecek.
Önemli olan onun dediği…
Ama bir başka gerçek var ki, o da ‘’sen-ben’’ tartışmalarının bıkkınlık verdiği.
Geçim derdi almış başını gitmişken, bu tür tartışmalar, doğrusu hiç çekilmiyor.
Çarşı-Pazar yangın yerine dönmüş…
Cüzdanlar suyunu çekmiş,
Fileler boş,
Borç desen derya misali…
Bir de şu atıp-tutmalar yok mu?
İşte o hiç çekilmiyor.
Dinledikçe haberleri,
Okudukça sayfaları,
İçi daralıyor insanın…
Biraz müzik dinleyip, soluklanmak istiyor.
Basıyor emektar radyonun düğmesine,
Ajda Pekkan söylüyor:
Palavra, palavra, palavra…