30 Ağustos 1922, Anadolu topraklarındaki işgalci güçlerin son direnişinin kırıldığı ve Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşuna giden yolun açıldığı tarih...
O nedenle her yıl 30 Ağustos günü milli bir bayram olarak kutlanıyor; ancak o günün tarihsel önemi ve günümüz toplumunun şekillenmesinde oynadığı rol üzerinde pek durulmuyor.
Biz olayın o yönüne ışık tutmaya çalışacağız.
***
Büyük zaferin kazanıldığı günlerde Milli Kurtuluş Savaşını yöneten önderler arasında bile ülkemizin gelecekteki yönetim biçiminin ne olacağı konusunda bir fikir birliği yoktu...
Ancak bu konudaki tartışmaların geçmişi 'Tanzimat/Islahat dönemi'ne kadar uzanmaktaydı.
***
Bu tartışmalar en özlü biçimde ilk Türk aydınlanmacılarından biri olan Yusuf Akçura'nın 'Üç Tarz-ı Siyaset' başlıklı broşüründe özetlenmiştir...
Broşürde, o zaman tartışılmakta olan görüşler, 'Osmanlıcılık, İslamcılık ve Türkçülük' olarak sınıflandırılmıştı...
Osmanlılık' düşüncesini savunanlara göre yapılacak reform, o zamanki cemaatler yapısının yerini alacak bir 'Osmanlı milleti' yaratma yönünde olmalıydı...
'İslamcılık' akımının mensuplarına göre yönetim şeri temellere dayanmalı, ama yönetim içtihatlar yoluyla zamana uydurulmalıydı...
'Türkçülük' akımını savunanlar ise her milletin kendi devletini kurmaya yöneldiği bir çağda Türk milletinin de bu yönde hareket etmesi ve kendi devletini kurması gerektiği fikrinden yola çıkmaktaydı...
Yusuf Akçura da bu görüşü savunanlar arasındaydı.
***
Bu üç akım içinde farklı 'nüansları' savunanlar da vardı...
Örneğin 'İslamcılık' akımı, bin yılı aşkın bir süre boyunca çok sayıda yorum ve anlaşmazlık sonucu sayısız dallara, mezheplere, cemaatlere, inanç topluluklarına bölünmüştü. Bu akımların her biri kendi yorumlarının esas alınması düşüncesindeydiler...
Osmanlıcılık akımını savunanlar, Osmanlı yönetiminden geride kalan toprakları ufak tefek reformlarla sürdürmeyi ve bu devletin sınırları içinde yaşayan çeşitli milliyetlere mensup topluluklardan bir 'Osmanlı milleti' yaratmayı hayal ediyorlardı. Ne var ki, Osmanlıcılığa gelinceye kadar devlet içinde yaşayan farklı milliyetlerden topluluklar kendi milliyetçiliklerini geliştirmişlerdi; kendisini Osmanlı olarak tanımlayanların sayısı ise çok azdı!..
'Türkçülük' akımının taraftarları ise bir 'Osmanlı milleti' yaratmaya çalışmak yerine Türk milletine dayanan bir yönetim kurmanın daha gerçekçi olduğunu düşünüyorlardı... Ama kimin 'Türk' sayılacağı ve bu devletin ideolojisi ve kurumlarının nasıl bir biçim alacağına gelince onlar da ortak bir paydada buluşamıyorlardı; çünkü Türk etnisitesinin kapsamı çok genişti... Türkçe konuşan ama kendilerini farklı etnik gruplara ait olarak gören topluluklar Orta Asya'dan Osmanlı devletinin Batı sınırlarına kadar olan bölgelere yayılmışlardı... Kurulacak yeni devletin egemenlik alanı ise zorunlu olarak Anadolu toprakları ve Trakya'nın bir bölümü ile sınırlı kalacaktı... Bu bölgede ana dili Türkçe olmayan, etnik ya da dinsel olarak kendini farklı gören ama 'Türk vatandaşı' olmaları gereken topluluklar da vardı...
Kısacası, bu tartışma da sonuçlanmış olmaktan uzaktı.
***
Tartışmalar Osmanlı devletinin gelecekte alacağı biçimle de ilgiliydi...
Milli Kurtuluş Savaşı sırasında Ankara'da Büyük Millet Meclisi çatısı altında toplanan mebuslar ve milli ordunun kumanda mevkilerinde içinde bu akımların neredeyse tümünün temsilcileri yer almaktaydı...
Görünüşte devletin alacağı biçim konusundaki tartışmalar zafer sonrasına ertelenmişti...
Ancak gerçek durum böyle değildi...
Büyük Millet Meclisi Başkanı ve Başkomutan Mustafa Kemal Paşa, daha kurtuluş savaşının başında yakın çevresinden bazı kimselerin kulağına 'cumhuriyetçi' olduğunu fısıldamış ve bu 'sır' bir şekilde kulaktan kulağa yayılmıştı...
O sırada Meclis'te biri Meclis Başkanı ve Başkumandan Mustafa Kemal Paşa'nın etrafında, diğeri ise Başbakan Rauf Bey'in (Orbay) etrafında iki grup oluşmuştu...
Bu ikinci grup, hem Mustafa Kemal Paşa'nın ülkenin geleceğinde siyasi bir rol oynamasına hem de cumhuriyet fikrine karşıydı.
(Devam edecek)