Tanzimat ile birlikte başlayan batılılaşma hareketlerine tepki niteliğinde ortaya çıkan, Cumhuriyet’in ilanıyla da yeraltına sinmek zorunda kalan, 1960’li yıllardan itibaren ise adım adım bağımsızlaşarak kendi siyasal temsiliyetini yaratan siyasal İslamcılığın sıçrama yaptığı, kitleselleştiği dönem 1980’lerdir.

 1989 yılında yapılan yerel seçimlerde Refah Partisi, ilk defa Sivas, Konya, Kayseri, Şanlıurfa ve Kahramanmaraş belediye başkanlıklarını, 1994 yılında ise İstanbul ve Ankara’yı kazandı.

 Yaşı ellinin üzerinde olanlar çok iyi hatırlayacaklardır. Kimse İstanbul ve Ankara’nın Refah Partisi tarafından alınacağına ihtimal vermiyordu. Ama RP, tarihsel olarak hesaplaşma içinde olduğu Cumhuriyet’in başkenti Ankara’yı da İstanbul’u da kazanmıştı. Aslında “kazanmak” ifadesi yetersiz kalır çünkü RP açısından bir fetih sözkonusu idi. Sanki bu şehirler düşman kuvvetlerin, küffarların elindeydi de şimdi iman sahipleri galip gelmişti. Öyle ki, “Ankara düştü”, “İstanbul düştü” şeklindeki ifadeler sıkça dillendirilir olmuştu. Zaten 1994 seçim sonuçlarıyla birlikte Türkiye, bambaşka bir rotaya girecek ve bugüne uzanan sürecin önü açılmış olacaktı.
Esas itibariyle İstanbul’da Recep Tayyip Erdoğan’ın, Ankara’da Melih Gökçek’in aldıkları oylar çok düşüktü. Her ikisi de merkez sağ ve soldaki çok bölünmüşlüğün etkisiyle aradan sıyrıldı. Örneğin, İstanbul’da RP adayı Recep Tayyip Erdoğan 973.704 (%25,19),  SHP adayı Zülfü Livaneli 784.693 (%20,3),  DSP adayı Necdet Özkan 478.612 (%12,38), CHP adayı Ertuğrul Günay 54.028 (%1,4) oy aldı. Ankara’da ise Refah Partisi adayı Melih Gökçek’e 393.623 (%27,34), SHP adayı Korel Göymen’e 387.152 (%26,89), DSP adayına 111.740 (%7,76), CHP adayı Ali Dinçer’e 30.082 (%2,09) oy çıktı.

 
Görüldüğü üzere Erdoğan da Gökçek de her 4 seçmenden birinin oyunu ancak alabildi. ANAP ve DYP arasındaki rekabet de etkiliydi ama daha çok sol partilerdeki bölünmüşlük büyük bir hezimete yol açtı ve hepimiz 25 yıl boyunca söküp atılamayan İslamcı yerel yönetim gerçekliğini yaşamak zorunda kaldık. Ta ki, 2019 yerel seçimlerine gelinceye kadar. Dolayısıyla 5 yıl önce başta İYİ Parti ve CHP olmak üzere muhalefet partilerinin gerçekleştirdiği ittifakla büyükşehirler kazanıldığında AKP, sarsılmaz olduğunu düşündüğü gücünde gedikler açıldığını anladı ve alarma geçti. Kuşkusuz ki kentsel rantları kontrol etmek dürtüsü var ama ideolojik motivasyonlar da çok etkili olduğundan özellikle İstanbul’da hem seçim yenilendi hem de İmamoğlu’nun hareket alanı daraltıldı.

 
Şimdi AKP kanadında sık sık 1994 ruhuna referans yapılıyor. Erdoğan, 2024’ün, 1994 yılındaki yerel seçimler gibi bir milat olacağını ifade ediyor ve “Yeniden İstanbul” diyor. 1994 ruhu biraz da bölünmüşlükten medet ummak ve muhalefeti bu bağlamda parçalara ayırma stratejisini izlemek anlamına geliyor.

 
Genel olarak seçmen büyük bir yılgınlık içinde ve 14 Mayıs sendromunu tam olarak aştığı söylenemez. Millet İttifakı bileşenlerinin birbirinin boğazını sıkmadıkları kaldı. Özellikle İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener’in zehirli dili, sergilediği “gıcıklıklar” iktidara muhalefet etmek yerine muhalefete muhalefet etme tarzı, İstanbul için İmamoğlu’nun işini zorlaştırıyor. Millet İttifakı’nın ve bu arada Kürt siyasetinin, Memleket Partisi’nin kendi adayıyla yarışa girecek olması bıçak sırtı bir durum yaratıyor. Ankara’da Mansur Yavaş’ın seçimi alma konusunda daha rahat olduğunu söylemek mümkün ancak İstanbul tam anlamıyla zorlu bir yarışa sahne olacak.
Mart seçimlerinde belediye başkanları seçeceğiz ama kutuplaşmış bir ortamda iktidarın yetkisinin sınırlandırılması anlamında da bu seçimler bir uyarı niteliği taşıyacak.

 
Eğer ki İstanbul ve Ankara alınırsa AKP, hem ekonomik anlamda toplumu çok zorlayan sert tedbirlere başvuracak hem de yeni anayasa için kendini daha cesur hissedecek.