12 Mart 1971, tarihimizde belki de en önemli günlerden biridir...

İşin ilginç tarafı, o tarihte sansasyonel bir olay gerçekleşmemiştir...

O zaman hemen hemen tek "hızlı iletişim aracı" olan radyoda silahlı kuvvetler adına bir bildiri okunmuş, bildiride hükümet ya reform yapmaya ya da istifa etmeye davet edilmiş, bu işin sonunun kötüye gitmekte olduğunu gören Başbakan Süleyman Demirel ise istifasını sunarak bir süreliğine köşesine çekilmiştir...

Ancak, o gün aslında Türkiye tarihinde güçler dengesinde sonraki yıllarda çok daha açık olarak görülecek ve ülkenin geleceğini belirleyecek bir yön değişikliği başlamıştır.

***

O yön değişikliğini anlayabilmek için 12 Mart'ın aslında bir başlangıçtan çok bir dönüm noktası olduğunu görebilmek gerekir...

Başlangıç, yani 12 Mart'a giden yolun taşlarını döşeyen olay, 15-16 Haziran tarihlerinde İstanbul'da gerçekleşen büyük işçi direnişidir...

O direniş üzerine sıkıyönetim ilan edilmiş ve dönemin genelkurmay başkanı Memduh Tağmaç sonradan çok ünlenecek olan o meşhur cümleyi söylemiştir:

"Sosyal uyanış, ekonomik gelişmeyi aştı."

***

Bu sözler, aslında bir gerçeğin allanıp pullanmadan çok açık bir biçimde ifade edilmesiydi...

15-16 Haziran direnişinin nedeni sendika yasasında yapılması öngörülen bir değişiklikti...

Bu değişiklik, o dönemde gerçekleştirdiği grevlerle işçi haklarında önemli gelişmeler sağlayan, o nedenle de sendikalı olsun olmasın tüm işçilerin umudu haline gelen DİSK'in fiilen toplu sözleşme yapamaz hale getirilmesini amaçlıyordu.

***

İşçilerin hak talepleri ise 1960'lı yıllarda yaşanan değişim sürecinin kaçınılmaz bir sonucuydu...

O yıllarda bir yandan dışa bağımlı da olsa sanayileşme hızlı bir gelişim süreci içine girmiş, işçi sınıfı sayısal olarak özellikle İstanbul ve çevresinde güçlenmişti...

Diğer yandan 1961 Anayasasının sağladığı özgürlükler tam olarak hayata geçirilemese bile oluşan ortam işçilerin siyasal bilinçlenmesini ve örgütlenmesini hızlandırmıştı...

Örgütlenen ve bilinçlenen işçiler, Batılı ülkelerde var olan hakları ilke olarak kabul eden Anayasa'nın fiilen uygulanmasını talep ediyor, bunun için çıkarılması gereken yasaların bir önce çıkarılmasını istiyorlardı.

***

Ne var ki, Türkiye'de o yıllarda gelişen sanayi, "montaj sanayii" olarak adlandırılan yani "azgelişmiş" bir sanayiydi...

Anayasal hakların tanınması durumunda işverenler o zamana kadar bu sanayinin gelişmesini sağlamış olan yüksek kâr oranlarından vazgeçmek zorunda kalacaklardı...

İşte bu nedenle daha 12 Mart öncesinde neredeyse tüm iş çevreleri "Anayasanın bize bol geldiği" fikri üzerinde birleşmiş bulunuyorlardı.

***

15-16 Haziran olayları, bu çevrelere artık bir şekilde harekete geçmeleri gerektiğini gösterdi...

Olayların ardından ilan edilen sıkıyönetim döneminde takibata uğrayanların ağırlığını fabrikalarda DİSK'in örgütlenmesini sağlayan militan işçiler oluşturdu...

Bu işçiler işten atılmakla kalmadı, onların çevreleriyle ilişkilerini kesmek amacıyla bir daha hiçbir fabrikada işe alınmamalarını sağlamaya yönelik "kara listeler" hazırlandı.

***

Daha sonra sıkıyönetimi tüm ülkeyi kapsayacak şekilde genişleten 12 Mart rejiminde şikayet edilen sosyal uyanış içinde yer alan tüm örgüt ve kuruluşlar baskılardan nasibini aldı...

Ama asıl hedef 61 Anayasası'nın "bol gelen" yerlerinin kesilip biçilerek daraltılmasıydı...

12 Mart'ta kurulan yarı-askeri rejim uzun ömürlü olamadığı için bu iş tamama erdirilemediyse de zorunlu görülen Anayasa değişiklikleri gecikmeden gerçekleştirildi.

***

Yarıda kalan bu iş daha sonra 1980 askeri darbesiyle tamamlanacak ve 61 Anayasası tamamen ilga edilerek hazırlanan yeni anayasa 1982 yılında askeri yönetim koşullarında halkoyuna sunularak "onaylanacaktı"!

Sonra aradan yıllar geçecek ve ''Değişen Türkiye’de Yeni Anayasa Tartışmaları’ konulu bir konferansta Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Anayasa Komisyonu Başkanı ve AKP İstanbul Milletvekili Burhan Kuzu, 1961 Anayasası ile 1982 Anayasası arasındaki farkı şu veciz sözlerle özetleyecekti:

"61 bol geldi, oynamaya başladık. 82 dar geldi kıpırdayamaz olduk"!

***

12 Mart 1971 tarihinin önemi, yakın tarihimizde yaşanan bu değişimin kırılma noktası oluşundan ileri gelmektedir.