Mart ayı sonunda yapılacak yerel seçimlerin önemi yerel olmanın çok ötesine uzanıyor...

Bu seçimler eğer iktidarın başarısıyla sonuçlanırsa uzunca bir süre yeni bir seçim yapılmayacağından Türkiye’deki “başkanlık rejimi” sağlamlaşacak ve muhtemelen yeni anayasa değişiklikleriyle rejim AKP’nin tasarladığı biçimde formatlanacak...

Muhalefet partileri için yenilgi sayılabilecek bir tablonun ortaya çıkması durumunda ise bu partilerin iç sorunları ağırlaşacak ve toplumsal muhalefet içine akabileceği bir mecra bulamayacak.

***

Bu seçimlerin geçen yıl yapılan Cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimlerinden önemli bir farkı da burada ortaya çıkıyor...

Son seçimlerde muhalefet partileri şöyle ya da böyle bir birlik oluşturmuşlardı; “Altılı Masa”da yer almayan Dem Parti bile (o zamanki adıyla Yeşil Sol Parti) muhalefet blokuyla birlikte hareket etmişti...

Önümüzdeki yerel seçimler yaklaşırken bu partiler iktidar partilerinden çok birbirleriyle uğraşan bir görüntü sergiliyorlar; Dem Parti ise bu kez başka sulara yelken açmış görünüyor!

***

Muhalefet saflarındaki kargaşayı en açık biçimde ortaya koyan iki olay var:

Birincisi, geçen seçimlerde İYİ Parti’nin Cumhurbaşkanı adayları olan Ekrem İmamoğlu ve Mansur Yavaş’ın Akşener’in boy hedefleri haline gelmesi...

Diğeri ana muhalefet partisi olan CHP’nin Hatay belediye başkan adayını seçerken sergilediği “acziyet”!..

Bu durum, Hatay’da Lütfü Savaş’a karşı bir alternatif oluşturabilmek için herşeyi yapan ama başaramayan Özel’in şu sözleriyle dile getirildi:

“Pek çok siyasi parti ile görüşme yaptım, başkan da yaptı. Lütfü Savaş’ı dışarıda bırakmayacak bir formüle ihtiyaç vardı. Biz sadece kendi oyumuzla yüzde 25 alırız. Önceki gece Lütfü Savaş ile bir kez daha oturduk. Devam kararı verdik. AKP’nin karşısında en güçlü seçenek olarak bir başka alternatif yok orada.”

***

Birinci olay, muhalefet saflarındaki dağılmanın “Altılı Masa”dan kalkma gibi “arizi” bir olay olmadığını başka bir deyişle “taktik” hamlelerin oluşturduğu bir dağınıklıktan çok “stratejik” bir tercihin ürünü olduğunu gösteriyor...

İkinci olay ise Kılıçdaroğlu yönetimi döneminde “ulusal demokratik” kan damarı kesilmiş ve tipik bir “neoliberal” sosyal demokrat partiye dönüştürülmüş olan CHP’de gerçekleşen yönetim değişikliğinin bir “kan değişimi” ve “toparlanma” dan çok bir çözülme ve dağılma eğilimi doğurduğunu gösteriyor...

Hani, AKP’nin yirmi yıllık kesintisiz iktidarını kendi becerisinden çok muhalefetin beceriksizliğine borçlu olduğu söylenir ya... Herhalde bu söz hiç bu kadar doğru olmamıştır!

***

Dem Parti’nin başka sulara yelken açmasının nedenini de burada aramak lazım...

Bu parti, siyaset sahnesindeki amacını tek bir hedefe odaklamış durumda:

Yeni bir “çözüm süreci”!..

Geçen yılki seçimler öncesinde ortaya çıkan tablo, bu parti saflarında “çözüm süreci”nin (!) muhalefetin bir zaferinden doğabileceği umudunu yaratmıştı...

Geçmişte bu yönde yaptığı bir girişimden istediği sonucu alamayan AKP’nin bu konudaki isteksizliğine karşı ABD’nin desteklediği muhalefet yine ABD’nin desteklediği bir çözümü sağlayabilirdi!..

Ama bu umut gerçekleşmedi.

***

Şimdi ortaya çıkan “yön değişikliğinin” ilk işareti Selahattin Demirtaş’ın eşinin İstanbul Belediye Başkanlığına adaylığını açıklamasıydı. Muhalefetin, özellikle İmamoğlu’nun elini zayıflatan bu “hamle”, geçmişte AKP’ye karşı Dem Parti içinde en “radikal” tutumu alan Demirtaş’ın tavır değiştirdiğinin bir göstergesiydi...

Bunu geçmişte CHP’den milletvekilliği yapmış ve genelde bu partiye yakın tavırlar sergilemiş olan Ahmet Türk’ün açıklaması izledi. DEM Parti Mardin Büyükşehir Belediye Başkan adayı Türk, 14-28 Mayıs seçimlerine ilişkin "CHP'yi destekledik ama orada lider yok" ifadelerini kullandıktan sonra şunları söyledi: "Kemal Kılıçdaroğlu'nun Kürt sorununu çözeceğine inancımız yoktu. Bugün de yok. CHP bu kadar muazzam bir sorunu çözecek kabiliyette değil. Bugün bir lider yok orada. Çözmek isterse Erdoğan çözer, çünkü o lider"...

Türk’ün, CHP ve Özgür Özel konusundaki yargısı ise şöyleydi:

"Sayın Özgür Özel demokratik bir insan ama parti içinde Kürtleri kucaklayacak, hak ve özgürlüklerini sahiplenecek bir yapının CHP'de olduğunu düşünmüyorum".

***

Halihazırda ortadaki tablo böyle...

Muhalefet partileri seçimlere kadar yaşanacak yaklaşık bir aylık süre içinde bu tabloyu değiştirecek bir hamle yapabilirler mi?...

Pek umutlu değiliz, ama yaşayıp, göreceğiz.