Öncelikle bir savcıya, kamuoyu adına teşekkür etmek gerekir. Herkesin kanını dondursa, bizleri dehşete düşürse de illa ki siyasi bağlantıları da olan bir soruşturmayı makamında tehdit edilmesine rağmen bırakmadığı, iddianame hazırladığı için Savcı Yavuz Engin, bir çetenin çökertilmesine yönelik çabası nedeniyle çok önemli bir iş yaptı. Ama adalete güvenimiz o kadar sarsıldı ki, ileride soruşturma akamete uğrar mı uğramaz mı içimizde hep bir şüphe olacak.
İkinci teşekkür de gazeteci Emrullah Erdinç için. Çünkü Türkiye’de birkaç istisnası bulunsa da medyanın tümden kontrol altında bulunduğu bir ortamda bugüne kadar örneğine rastlamadığımız bir dehşet dosyasını yayınlama cesaretini gösterdi. Bu örnek bize bağımsızlık gazeteciliğin kamuoyunun gerçeklerden haberdar olması bakımından önemini ortaya koydu.
Konu, günlerdir kamuoyunda tartışılıyor. Yenidoğan çetesi olarak adlandırılan bir şebekenin sadece para kazanmak, bağlantılı oldukları özel hastanelere hasta kazandırabilmek için 112 acil servis de dahil olmak üzere nasıl örgütlendiğini korku filmi gibi izlediğimiz bir skandal var karşımızda.
Bu öyle bir çete ki, rant için yenidoğan bebekleri bile öldürmeyi göze alıyor. Ölen bebekleri günlerce yoğun bakım ünitelerinde tedavi görmüş gibi gösterip, hasta yakınlarından astronomik rakamlar tahsil ediyor. Devlet hastanelerindeki hastaları hiç gereği yokken özel hastanelere yollayarak o hastanelere hasta kazandırıyor. Çünkü, hastayı bir müşteri gibi görüyor. Sağlık gibi bir insanın en hassas olduğu, varını yoğunu harcayabileceği bir konuda ahlaksızlığın, vicdansızlığın en şedid haliyle istismardan, sağlık sömürüsünden çekinmiyorlar.
Eminim ki, sizler de telefon dinleme kayıtlarındaki ifadelerden görmüşsünüzdür. Sağlığımızı emanet ettiğimiz doktorlar, hemşireler, acil servis görevlileri ölüme yolladıkları bebeklerle ilgili konuşmalar yaparken gülüp eğleniyorlar, kahkaha atıyorlar, dalga geçiyorlar. Piyasayı kaplamış olan özel hastaneler öyle denetimsiz, her biri öyle siyasi bağlantılara sahip ki müthiş bir özgüven içindeler ve başlarına hiçbir şeyin gelmeyeceği inancıyla çok rahat davranıyorlar.
Çünkü, bu çetenin başının iktidarıyla muhalefetiyle devletin en üst düzey görevlileriyle çekilmiş boy boy fotoğrafları var ve bunları bir güç gösterisi olarak dışarıya mesaj vermek için sosyal medyasında paylaşıyor. Soruşturma iddianame hazırlama noktasına gelmişken savcıyı makamında tehdit ediyor. Hatta onu öldürtmek üzere tetikçi tutuyor, Siirt’ten İstanbul’a getirtiyor. Çakarlı araba kullanıyor; tetikçiye istihbarat görevlisi olduğuna dair kart veriyor. Savcının konum bilgisine anında ulaşabilecek devlet içine sızmış.
Meslek yaşamımda çok sağlık skandalı yazdım ve okudum. Ama böyle bir örneği hiç mi hiç hatırlamıyorum. Ayrıntıları okudukça dehşet içinde kalıyorum ve güvenmem gereken devletin nerede olduğu sorusunu soruyorum.
Kavramamız gereken şey şu: Yenidoğan çetesinin kurduğu mekanizma Hipokrat yeminini unutmuş paragöz bir doktor Fırat Sarı gibilerin, savcıyı makamında ölümle tehdit eden hastane sahibi Mustafa Kemal Zengin gibilerin aç gözlülükleri ile açıklanabilecek basitlikte değil.
CHP’lisinden MHP’lisine, AKP’lisinden devlet içindeki suç unsurlarına kadar herkesi içine aldığı görülen suç ağı, sağlık, eğitim gibi en temel insan hakkının piyasalaştırılmasını, ticarileştirilmesini sağlayan politikaların ürünüdür. 12 Eylül sonrasının neoliberal politikaları istisnasız herkesi can ve mal güvenliğinden yoksun bırakacak bir iklim yaratmıştır.
Devlet hastanelerini güçsüz bırakmak, hasta tedavi edemez noktaya getirmek ve bu yolla özel hastanelerin potansiyelini artırmak uzun yıllardır uygulanan bir politika. Geldiğimiz noktada yeni olan şey, rant şebekesinin artık bir cinayet şebekesine dönüşecek ölçüde gözünü karartmış olmasıdır.
Bugün apaçık görünen gerçek, hepimizin tehlikede olduğudur.