Önceki yazımızda yapay zekanın doğrudan siyaset alanına yaptığı etkinin bilgi toplama ya da veri işleme ile sınırlı kalmadığını, giderek siyasi yaşamı yönlendirme noktasına doğru gittiğini söylemiş...

Daha sonra bu etkinin kendini iki alanda gösterdiğini; ilk olarak yapay zekalı bilgisayarların toplumların örgütlü çalışan kesimlerini dağıtmaları ve zayıflatmaları nedeniyle ortaya çıkan “amorf” toplulukların çeşitli renklere bürünen ama hepsi birbirine benzeyen siyasi partiler ve liderler yarattığını...

İkinci olarak da siyasi amaçlarla kullanılan sahte video üretiminin “deepfake” adı verilen teknoloji sayesinde “çağ atlayarak” dezenformasyonu enformasyonun önüne geçirdiğini sözlerimize eklemiştik.

***

Bizim çocukluğumuzda bir olayın doğru olup olmadığı tartışıldığında insanlar, “Gazetede okudum, doğruymuş” derlerdi...

Sonra yazılı medyanın yerini televizyon aldığında bu söz “Televizyonda gözümle gördüm” diye kullanılmaya başlandı...

Şimdilerde insanlar artık “deepfake” teknolojisi nedeniyle gözleriyle gördüklerine de inanmaz hale geldi.

***

Bu teknoloji o kadar yaygınlaştı ki, internete girip arama motoruna “deepfake” yazsanız, karşınıza hemen “software”i indir, bir hedef seç, gerisini biz hallederiz” diyen ilanlar çıkıyor...

Geçtiğimiz günlerde ünlü bir aktör bir reklam kampanyasında kullanılan görüntüsünün aslında kendisine ait olmadığını ilan etti...

Bu gidişle neredeyse artık çoluk, çocuk bile birbirine “eşek şakası’ yerine “deepfake şakası” yapmaya başlayacak.

***

Bizde de son seçimlerde “deepfake” ile üretilen dezenformasyon kasetleri kullanılmaya başlandı...

Hatırlayacaksınız, seçim kampanyası sırasında CHP lideri Kılıçdaroğlu, kendisine bu tür bir kasetle tuzak hazırlandığını ilan ederek insanları uyarmıştı...

Ne var ki sonuçta bu olay Kılıçdaroğlu’nun değil ama onun oyunu azaltacağı düşünülen Muharrem İnce’nin başına patladı!

***

Yapay zekalı bilgisayarlar ve onlardan yararlanılarak geliştirilen robotların halen kapitalist şirketlerin denetimi altında olduğu ve onların egemenliklerini güçlendirici bir yönde kullanıldıkları biliniyor...

Ancak bilinmeyen bir şey var: Onları üreten ve denetleyen şirketler, yapay zekalı bilgisayarları ne zamana kadar denetleyebilecekler?..

Bu soru, ilk bilim kurgu klasiklerinden biri olan “2001 Bir Uzay Macerası” adlı kitabın piyasaya çıktığı 1968 yılından bu yana bir sonuca varamadan tartışılıyor. Kitap, milyonlarca yıldan bu yana Satürn gezegenine sinyaller yollayan bir monolitin sırrını çözmek için bu gezegene doğru yola çıkan bir grup astronotun, onları taşıyan uzay gemisinin “yapay zekalı” bilgisayarı “HAL 9000” ile girmek zorunda kaldıkları mücadeleyi anlatıyordu...

James Barratt’ın 2013 yılında yayınlanan “Son İcadımız: Yapay Zeka ve İnsanlık Çağının Sonu” başlıklı kitabının konusu ise kapitalist sistem içinde üretilen bilgisayarların sistem dışına çıkıp çıkamayacaklarıydı..

Martin Ford, “Robotların Yükselişi’ başlıklı kitabında (Kronik Yayınevi) bu sorunun cevabını ararken şunları söylüyor:

“Gizli bir yerde, örneğin bir devlet araştırma laboratuvarında, borsa şirketinde veya bilgi işlem sektörünün büyük kuruluşlarından birinde bir grup araştırmacı, makine zekasının insan zekasını yakalayıp geçişine tanık oluyorlar. (...) Fakat sistem insan zekasına yaklaştığı sırada araştırmacılar yapay zekanın dış dünyayla bağlantısını kesiyor ve böylece onu bir bakıma kutuya hapsediyorlar. Buradaki soru, yapay zekanın bu kutuyla sınırlı kalıp kalmayacağı. Sonuçta yapay zeka , kafesinden çıkıp ufkunu genişletmek isteyebilir. Bu amaçla süper zekasını kullanarak araştırmacıları kandırabilir, bütün gruba veya tekil üyelerine vaatlerde veya tehditlerde bulunabilir. Makine bizden daha zeki olmakla kalmaz, fikirleri ve seçenekleri bizim algılayamayacağımız bir hızla  anlayıp değerlendirebilir . (...) Yapay zeka bir kez kutusundan çıkarsa finansal sistemler, askeri kontrol ağları, elektrik şebekesi veya diğer enerji altyapıları gibi kritik sistemler için bir tehdit haline gelebilir.”

***

Ne var ki tehdit bununla da sınırlı kalmıyor...

Yapay zekalı bilgisayar ve robotların “nano teknoloji” adı verilen teknolojiden yararlanarak moleküler makineler üretmeleri ve bu makineler sayesinde her türlü maddeyi “yaratmaları” imkân dahilinde...

Bu bir bilim kurgu öyküsü değil; halen karbon atomu yapay zekalı bilgisayarlar kullanılarak karbon nano tüplere çevrilebiliyor. Bu sayede üretilen malzemenin ağırlığı çeliğin altıda biri kadar, üstelik çelik malzemeden yüz kat daha sağlam.

(Devam edecek)