Venezuela'da ilginç şeyler oluyor...
Devlet Başkanı Maduro arka arkaya seçim kazanıyor... Ancak muhalefet partileri bu seçimleri boykot ediyor ve sonuçları meşru görmüyor...
Son olarak muhalefet lideri, kendini başkan ilan etti ve bu 'kerameti kendinden menkul' kişi ABD tarafından devlet başkanı olarak kabul edildi!
***
Bu arada bazı 'sivil toplum örgütleri'nin çağrılarıyla hemen her gün Maduro karşıtı gösteriler düzenleniyor, hatta bazı askerler açıktan açığa darbe çağrısı yapıyor...
Bu tabloya giderek derinleşen ve kronik bir hal alan ekonomik krizi de eklemek gerekiyor...
Dünyanın en önemli petrol üreticilerinden biri olan Venezuela büyük bir borç krizinin içinde.
***
Maduro karşıtlarının iktidarı devirmek için ileri sürdükleri ana iddia, Venezuela'da demokrasinin Chavez-Maduro döneminde ortadan kaldırıldığı iddiası...
Bu iddianın en büyük destekçisi ise ABD Başkanı Donald Trump... Nitekim Trump, Venezuela Ulusal Meclis Başkanı Juan Guaido'yu ülkenin 'geçici devlet başkanı' olarak tanıdığını açıklamış bulunuyor.
Trump'ın Başkan Yardımcısı Mike Pence de kısa süre önce Venezuela halkına hitaben yayınladığı bir videoda, ABD'nin ülkede demokrasinin tekrar tesis edilmesi için muhalefetin eylemlerini desteklediğini açıklamış ve Maduro için 'diktatör' ifadesini kullanmıştı.
***
Bu 'demokrasi' kavramı, öteden beri her siyasi gücün kendine göre 'yonttuğu' bir kavram...
O nedenle önce demokrasinin tanımında anlaşabilmek...
Daha sonra Venezuela'da olan biteni anlayabilmek için biraz geriye gitmek gerekiyor.
***
Önce demokrasi meselesi üzerinde duralım:
1980'li yılların ortalarına kadar mesele o kadar karmaşık değildi...
Soğuk savaş döneminde ABD, demokrasi isteyen 'solculara' karşı kendisinin başı çektiği Batı blokunu destekleyen 'sağcı' güçleri arkasına alır ve sıkıştığı zaman askeri darbeler yaparak işi zor yoluyla hallederdi!..
Ancak 1980'li yılların ortalarından itibaren durum değişti...
Sovyetler Birliği'nin ABD karşısında teslimiyet sürecine girerek yıkılması ve Doğu blokunu oluşturan ülkelerin Sovyetlerin otoriter sistemlerine karşı 'demokrasi' bayrağını açarak 'bağımsız' (yani ABD'ye bağımlı) hale gelmeleri, çok partili siyasi sistemin ve onun empoze ettiği 'neo-liberal' ideolojinin 'demokrasi' ile özdeşleştirilmesine yol açtı.
***
Bu süreç sonunda ABD, dünyayı kendi küresel egemenliği altında yeniden şekillendirirken bu operasyonu 'otoriter rejimlerin demokratikleştirmesi' adı altında yürütebildi...
Dünyanın neresinde ABD'nin küresel baskılarına direnmeye çalışan bir ülke varsa, o 'diktatör' olarak ilan edildi ve 'demokrasi' adına barışçıl yöntemlerle veya 'renkli devrimler'le alaşağı edildi!...
Bölgemizde uygulanan 'Büyük Ortadoğu Projesi' adı verilen 'demokratikleştirme projesi' de bu sürecin bir parçasını oluşturdu.
***
Bu 'küresel operasyon', iletişim araçları teknolojisinde yaşanan büyük gelişim sayesinde büyük medya kuruluşlarının imkanlarıyla da desteklendi...
'Demokrasi' adına yıkılması gereken 'diktatörler' hedef tahtasına konularak bunlar aleyhinde 'görüntülü' (böyle görüntüler varsa abartılarak, yoksa imal edilerek) kampanyalar düzenlendi ...
Bu süreçten en fazla etkilenen akımlar ise yıkıma hazırlıksız yakalanan eski 'sol' kesim oldu...
Komünist partilerin çoğu bu süreçte dağıldı ya da etkisiz hale geldi...
O zamana kadar 'reformcu' karakteriyle demokrasi saflarında yer alan sosyal demokrat akımlar ise 'akıntıya kapılarak' Amerikan tarzı demokrasinin, başka bir deyişle neo-liberal otoriterizmin kimi zaman ürkek, kimi zaman coşkulu destekçilerine dönüştüler.
***
Bu değişim öncesinde 'demokrasi' kavramı genellikle 'tarihsel' bir yorumla değerlendirilirdi...
Bir ülkenin demokratlaşması,'eski' rejim ve onun altyapısını oluşturan ilişkilerden 'yeni' ve 'modern' ilişkilere geçiş süreci olarak görülürdü...
Demokrasinin 'halkın aydınlanmasına ve emekçi kitlelerin kendini yönetme yetisini kazanmasına hizmet etmesi gerektiği' düşünülürdü...
'Amerikan tarzı demokrasi'nin egemen olmasından sonra ise demokrasi, birden fazla partinin katıldığı seçimler ve 'serbest piyasa ekonomisi' adı verilen 'lotaryacı' bir ekonomik sistemle özdeş hale getirildi...
Bu sistemi sorgulayanlar 'diktatörlük yanlısı' ya da 'dinozor' yakıştırmalarıyla ana medya kuruluşları tarafından adeta linç edildi.
(Devam edecek)