Trump'ın Türkiye'yi ekonomik yıkımla tehdit ettiği skandal tweetin zamanlaması ilginçti...
Mesaj, tam da Türkiye'nin 31 Mart yerel seçimlerinin 'sath-ı mailine' girdiği bir dönemde geldi...
Ve özellikle 'ekonomik açıdan' tehdit içermekteydi.
***
Açıktır ki, Trump, ABD'nin bölgeden çekilmesinin yarattığı boşluğun askeri bir operasyonla doldurulmasının gündeme geldiği günlerde, ülkenin aynı zamanda bir seçim ortamına da girdiğini hesaba katmış ve Türkiye'yi güçlü olduğu askeri yönden değil zayıf olduğu ekonomi üzerinden tehdit etmenin daha etkili olacağını düşünmüştü...
O nedenle olsa gerek, geçmişte bu tür mesajlar karşısında sert çıkışlar yapmasıyla dikkat çeken iktidar kanadı, bu kez mesajı üzüntüyle karşıladığını açıklamakla yetindi...
Ve bir telefon görüşmesinin ardından en yetkili ağızlar tarafından sorunun tatlıya bağlandığı ilan edildi.
***
Ancak...
İktidarın son dönemdeki tüm icraatlarına destek veren ve halen Cumhur İttifakı çerçevesi içinde AKP ile seçim ortaklığı yapan MHP lideri Bahçeli'nin takındığı tutum, bu kez iktidardan farklı oldu...
'Türkiye ile ABD arasındaki ilişki, Trump'ın mesajı sonrasında yoğun bakımdadır' ifadesini kullanan Bahçeli, partisinin grup toplantısında yaptığı konuşmada şunları söyledi:
'Ekonomimizi mahvedermiş, Türk milletinin imanı var, imanı. Senin baronların varsa, ekonomik tetikçilerin emir bekliyorsa, Türk milletinin eğilmez başı var. Sana 'Tamam' diyen senin gibi olsun'...
Bahçeli, aynı konuşmasında 'NATO ittifakı komadadır' saptamasını da yaptı.
***
Gerçekten de Türk-Amerikan ilişkilerinin yakın geçmişine bakıldığında, son yaşanan olayın bir dil sürçmesinden ya da 'densizlik'den değil bölge politikalarına bakıştaki farklılıktan kaynaklandığını açıkça görülebiliyor...
Bunun yanı sıra ABD'nin küresel imparatorluğu karşısında Rusya ve Çin'in tekrar ayağa kalkarak tüm dünyada ABD'nin egemenliğine karşı güçlü bir ittifak oluşturmasının etkileri bölgemizde de açıkça hissediliyor...
Suriye savaşının başlangıç döneminde Türkiye'nin bu olguyu görmezden gelerek izlediği politikaları gözden geçirmek zorunda kalmış olması da bu değişimden kaynaklanıyor.
***
Aslında meselenin kökleri çok daha eskilere uzanıyor...
1960'lı yıllarda Kıbrıs krizi ilk ortaya çıktığında ABD Başkanı Johnson'un Türkiye'nin Başbakanı İsmet İnönü'ye yazdığı tehdit mektubu...
1974 Kıbrıs çıkarmasının ardından Türkiye'ye konulan silah ambargosu...
Suriye'de Rus uçağının düşürülmesinin ardından NATO'ya yapılan çağrıların görmezden gelinmiş olması...
Ve ABD ve NATO'nun 15 Temmuz askeri darbe girişimi sırasındaki 'ikircikli' tavırlar...
Bütün bunlar, ABD ve NATO'nun öteden beri Türkiye'yi eşit koşullara sahip bir ortak olarak görmediğini, aksine ülkenin menfaatleri ne zaman diğer Batılı ülkelerin menfaatleri ile çelişse ona karşı tavır alındığını açıkça ortaya koyuyor...
Bunların yanı sıra son dolar krizi, bu yaklaşımın salt askeri konularla sınırlı kalmadığını gösteriyor.
***
Son dönemde Türkiye'nin ABD ile ilişkilerde yaşadığı sorunların kaynağı da iki ülkenin Ortadoğu politikalarında ortaya çıkan farklılıktır...
ABD'nin Ortadoğu politikası, Türkiye'nin ulusal çıkarlarına tamamen ters düşüyor ve Türkiye ne zaman kendi çıkarlarını esas alan bir politika izlemeye kalksa, bu ülkenin ekonomik ve siyasi tehditleriyle karşı karşıya kalıyor...
Olaylara bu açıdan bakıldığında, bugün gelinen noktada ABD'nin Suriye'nin kuzeyinde bir 'garnizon devleti kurma' politikasını uygulamaya koymuş olması ve bu politikanın bir aracı olarak PKK/PYD gibi Türkiye'ye açıkça savaş ilan etmiş olan terör örgütlerini kullanması tesadüf değildir.
***
Bu durumda Türkiye ile ABD arasındaki ilişkileri hala 'stratejik ortaklar arasındaki ilişki' olarak değerlendirmek...
Ve bu ülkeden ülkemize yöneltilen açık tehditlerin yanına eklenen 'tampon bölge' gibi 'şeker kağıdına sarılmış' önerilerin ileride yaratabileceği sakıncaları görmezden gelmeye devam etmek ne derece doğrudur sorusu akla geliyor...
Bizce son yaşanan olaydan sonra esas üzerinde durulması gereken konu budur.