Önceki yazımızda Rusya'nın 1917 Ekim Devrimi'nden bu yana en fazla yaptırıma maruz kalan ülke olduğunu söylemiş, İkinci Dünya Savaşı sonrasında Doğu Avrupa'daki sosyalist ülkelerle işbirliğini geliştirmek amacıyla COMECON'u kurunca, yeni bir ambargo süreciyle karşılaştığını ve bu sürecin Kore savaşından sonra yoğunlaşarak devam ettiğini sözlerimize eklemiştik...

Bütün bu yaptırımlar Sovyetler Birliği ekonomisini krize sokmaya yetmemiş, ancak bu ülkenin iç siyasal çelişmelerinin keskinleşmesinin ve Doğu Blokunun dağılmasıının ardından uygulamaya konulan 'reformlar', Sovyet ekonomisini çökertmişti...

Kısacası, ekonomik yaptırımlara direnen Sovyet ekonomisi, 'Glasnost', 'Perestroyka' olarak adlandırılan 'liberal reformlar'a karşı direnememişti!

***

Putin döneminde Rusya, ekonomik toparlanma hamlesini Rus ekonomisini Batılı ülkelere pazarlayan ve bu arada Arap petrol zenginlerini bile kıskandıracak kişisel servetler edinen 'oligarklar'ın etkinliğini kırarak başlattı...

Bunların bir kısmı 'yeni düzen'e hizmet etmeyi kabul ederken, Batılı ülkelerin ajanlarına dönüşmüş olanlar ya yurtdışına kaçtı ya da servetlerini kaybetti...

Bu arada özellikle enerji sektöründe izlenen devletleştirme politikaları sonucunda yeniden devletin denetimine giren ve dünyanın önde gelen şirketlerinden biri haline gelen Gazprom, Rusya'nın dış ödemeler dengesinin düzelmesine ve ekonominin toparlanmasına önemli katkılarda bulundu.

***

Putin Yönetimi tarafından 2000'li yıllardan itibaren uygulamaya konulan 'Yeni Ulusal Güvenlik Doktrini' ABD güdümündeki küreselleşmenin devlet egemenliğine bir tehdit oluşturduğunu saptamıştı...

Bu anlayışa uygun politikaların hayata geçirilmesi sonucunda Rusya, en kritik sektörlerde devlet yönetimini yeniden oluştururken, bu sektörlerdeki gücünü kullanarak Türkiye ve Almanya gibi ülkelerle işbirliğini geliştirdi. Böylece yeniden küresel alanda belirleyici bir aktör haline geldi...

Bu gelişmeler sonucunda ABD'nin Büyük Ortadoğu Projesi'nin bir aşamasını oluşturan 'Arap Baharı' operasyonu, Esad ve Putin yönetimlerinin işbirliğiyle Suriye'de durduruldu.

***

Bu süreç ABD'yi bir ikilem karşısında bıraktı...

Bu ikilemin nedeni, küreselleşme sürecinde ABD'nin dünya piyasalarını dolara boğmasının yarattığı borçlanma imkanlarından yararlanan Çin'in de ekonomisini hızla modernleştirmesi ve ekonomik alanda ABD'nin egemenliğini tehdit eden bir güç haline gelmesiydi...

Kısacası, ABD'nin küresel egemenliği, daha kurulur kurulmaz sarsılmış ve biri siyasal diğeri ekonomik alanda etkisini artıran iki büyük rakiple karşı karşıya kalmıştı.

***

Bu durum ABD'nin egemen çevrelerinde bir bölünme yarattı...

Pentagon ve silah sanayicilerinin güdümündeki siyasal ve ekonomik güçler, önceliği eski siyasal gücünü yeniden kazanmaya başlayan Rusya'nın 'kuşatılmasına' ve Çin'in bu mücadelede tarafsızlaştırılmasına verdiler. Önce Obama. daha sonra Biden, bu güçler tarafından başkanlık koltuğuna oturtuldu...

ABD'nin 'sanayisizleşmesi' tehlikesini gören ve önceliği Çin'in küresel piyasalarda giderek gelişen gücünü ambargo ve yaptırımlarla kırmayı planlayan güçler ise Trump'ın başkanlığını desteklediler.

***

Bu tercih farklılığı nedeniyle Trump, ABD'nin askeri ve bürokratik gücünün 'soğuk savaş' döneminden bu yana 'baş düşman' olarak belirlediği Rusya'ya yönelik bir 'yumuşama' politikası izledi ve NATO'nun ekonomik yükünü Avrupalı ülkelerin üstlenmesini savundu...

Biden ise, tartışmalı bir biçimde başkanlık koltuğuna oturur oturmaz 'Rusya'nın çevrelenerek sıkıştırılmasına' yönelik politikalar izlemeye başladı...

Trump'ın yakın 'partneri' olan Putin'in Biden tarafından 'katil' olarak nitelenmesi, NATO tarafından bir ara 'müstakbel ortak' olarak kabul edilmiş olan Rusya'nın tekrar 'baş düşman' haline getirilmesi ve NATO'nun Doğu'ya doğru genişletilerek Amerikan nükleer silahlarının neredeyse Moskova sınırına dayanması bu politikaların doğurduğu sonuçlardı.

***

Ukrayna krizi ve yaptırımlar da bu süreçte gündeme geldi...

Yukarıda bir önceki yazıda da belirttiğimiz gibi yaptırımlar, ekonomik açıdan ABD'nin beklediği sonucu vermedi...

Ama yine de Almanya ve Fransa'nın 'bağımsızlıkçı' eğilimlerinin törpülenmesine, bu ülkelerin Rusya ile ekonomik ve siyasi bağlarının koparılmasına, NATO'nun İsveç ve Finlandiya'nın da katılımıyla Doğu'ya doğru genişletilmesine hizmet etti.

(Devam edecek)