CHP Kurultayının en çok tartışılan ve konuşulan sözcüğü “değişim” oldu...
“Değişimciler” olarak tanımlanan gruba karşı olduğu bilinen Kemal Kılıçdaroğlu da kurultay öncesinde yaptığı konuşmada kendisini asıl “değişimci” olarak tanımladı ve şunları söyledi:
“En büyük değişimi yaşayan parti CHP’dir.”
***
“Nasıl oldu da fark etmedik!” derseniz...
Onun cevabını da şöyle verdi:
“Bazen değişim içinde olanlar değişimi fark etmezler. Biz muhalefet politikamızı da değiştirdik. Sosyal kimlikler üzerinden politika üretmeye başladık.”
***
“Sosyal kimlikler üzerinden politika üretmek” Kemal Kılıçdaroğlu’nun “postmodernist” ve “liberal” dünya görüşünü özetleyen anahtar bir anlayıştır...
Bu anlayış, CHP içinde Kılıçdaroğlu’nun savunduğu değişimin yönünü belirlemiştir ve “eski CHP”yi günümüzün “yeni CHP”sine çevirmiştir.
***
Post modernistlere göre “eski CHP”nin ait olduğu “modernizm” kategorisi sanayi kapitalizminin gelişme dönemine denk düşmekte, “akıl ve bilim”e verilen önem ise modernist döneme özgü bir tür dinsel dogma gibi görülmektedir...
Buna karşılık yeni CHP’nin ait olduğu “post modernizm” ise “sanayi sonrası kapitalist toplumu”nun, uluslara, sınıflara dayalı çözümlemelerin dağıldığı...
Devletlere ve ulusal ölçekli birimlere dayanan sanayi kapitalizminin yerini çok uluslu şirketlerin küresel egemenlikleri altında parçalanmış ekonomik birimlerin aldığı...
“Ulusal” kimliklerin politikadaki önemi giderek azalırken cemaatlerin, mezheplerin, aşiretlerin, mikro milliyetçi akımların, toplumsal bir temele dayanmayan “yeşiller” benzeri örgütlenmelerin öneminin arttığı bir dönemin “ideolojisidir”!
***
Postmodernist dünya görüşü aslında “ideoloji” kavramını reddeder...
Bu nedenle postmodernist toplum teorilerini “ideolojilerin reddedilmesine dayalı bir ideoloji” olarak nitelemek de mümkündür...
Bu anlayış doğrultusunda postmodernistler “politikayı”, politikasızlığa indirgemekte, devletleri oluşturan ulusal kimlikleri geçmişin bir kalıntısı olarak reddetmekte, bunun yerine “sosyal kimlikler üzerinden politika üretmeyi” politika yapmanın tek yolu olarak görmektedir.
***
Altılı Masa döneminde CHP’nin kapılarının tüm karşıt dünya görüşlülerine açılmasını...
Cemaat liderlerinin “sosyal kimliklerin sözcüleri” olarak baş tacı edilmesini...
“Liderin danışmanları”nın hep “karşıt görüşlü” kesimlerden seçilmesini...
Ve nihayet “ulusçu aşamada kalmış” olarak hor görülen “eski CHP”li seçmen kitlesinin oylarıyla kazanılmış olan milletvekilliklerinin bol keseden karşıt partilere dağıtılmasını meşrulaştıran bu anlayıştır.
***
Tipik bir “postmodernist” politikacı olan Kılıçdaroğlu’nun “eski” CHP’nin “Altı Ok”ta ifadesini bulan geleneksel politikalarını reddetmesi de bu anlayıştan kaynaklanmaktaydı...
Kılıçdaroğlu, kendisinden önce başlamış ve kendisiyle tamamlanmış olan bu değişimi “olmuş bitmiş bir şey” olarak görmüş, “değişim” sözcüğünü de parti kadroları içinde kalmış olan az sayıdaki “ulusalcıyı” partiden atacak bir tüzük değişikliği anlamında kullanmıştı...
Şunu da belirtelim: Bu anlayış Kılıçdaroğlu’nun politikaya girmesi ile başlamış değildi. CHP ve diğer sosyal demokrat partilerin tümü 1990’lı yıllarda başlamış olan bu sürecin etkisinde kalarak “ulusalcı” anlayışları reddetmişler ve Batılı sosyal demokrat partileri kendilerine örnek almışlardı.
***
Bu nedenledir ki, “değişim” sloganıyla Kılıçdaroğlu’nun genel başkanlığına karşı çıkan “alternatif” adaylar da ülkenin temel sorunlarına ilişkin görüşlerini formüle ederek yeni bir programla ortaya çıkmak yerine varlık nedenlerini “yeni bir yüz” ihtiyacına bağlamaktan öte bir şey yapamamışlardır...
Bu politikacılar da tıpkı Kılıçdaroğlu gibi “küreselci” dünya görüşünü savunmuşlar, günümüz küresel dünyasını bölen ve yeni bir dünya savaşının eşiğine getiren çelişkiler ve çatışmalar konusunda “Batı dünyası” kaynaklı yorumları tekrarlamakla yetinmişlerdir. İsrail’in Gazze saldırısı karşısında suskunluklarının, Ukrayna savaşının ortaya çıkışında Batı’nın kışkırtıcı tutumlarını görmezden gelmelerinin, Rusya ve Çin’in etrafında toplanan Asya, Afrika ve Latin Amerika ülkelerinin çabalarıyla dünya “çok kutuplu” hale gelirken susup oturmalarının sebebi budur.
***
Kısacası, Kılıçdaroğlu’nun CHP’si “eski kimliğini” kaybetmiş, yeni bir kimlik oluşturamadığından kimliksiz yaşamayı seçmiş “amorf” bir partiydi...
Özgür Özel’in CHP’si bu partiyi gerçek kimliğine kavuşturabilecek mi, yoksa değişen yalnızca yüzler mi olacak?..
Yaşayıp göreceğiz!