Sözcü gazetesinde yayınlanan bir haberde, CHP Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu'nun partinin kuruluş yıldönümü dolayısıyla Genel Merkez'de bir araya geldiği il başkanlarının sorularını yanıtlarken 'genel başkan değişsin' taleplerine ilişkin çarpıcı bir yanıt verdiği iddia edildi...

Habere göre, Kılıçdaroğlu, 'Hangi gerekçeyle genel başkanı değiştireceğiz? Bir ideolojik felsefe olması lazım. Bana bir felsefi derinlik gösterebilirseniz ben bırakın kurultay yapmayı vallahi yarın sabah giderim.' demiş...

Böylece de (eğer haber doğruysa) son derece isabetli bir tespit yapmış!

***

Tabii bu durumda o sözleri söyleyenin nasıl bir 'ideolojik felsefe' sahibi olduğu sorusunun da sorulması gerekiyor...

Acaba o felsefe nedir?

***

Bizim görebildiğimiz kadarıyla, Kılıçdaroğlu, 'Avrupa sosyal demokrasisi'ni savunmaktadır...

2012 yılında bu partilerin oluşturduğu Sosyalist Enternasyonal'in de başkan yardımcılığına seçilmiş, o vesileyle yaptığı bir konuşmada şunları söylemiştir:

'Günümüz dünya ekonomisi, içinde bulunduğu krizle tanımlanmaktadır. Bu anın zorluklarıyla yüzleşmek ortak amaçların belirlenmesini, işbirliği ve fikir alışverişini zorunlu kılıyor. Neo-liberal politikaların sorunlarımıza çözüm üretmekte yetersiz kaldığını artık biliyoruz. Dolayısıyla bu dönemde sosyal demokratlar arasında, işbirliği ve dayanışmayı sağlayarak, sorunlara doğru çözümler bulmak için Sosyalist Enternasyonal'den daha iyi bir adres olamaz.'

***

Kılıçdaroğlu'nun bu sözleri söylemesinin üzerinden yaklaşık altı yıl geçmiştir...

Bu süre içinde sosyal demokrat partiler bırakın günümüzün kapitalist toplumunun güncel sorunlarına çare bulmayı, hiçbir varlık gösterememiştir...

Soğuk savaş döneminde Avrupa'da 'refah devleti' uygulamalarının hayata geçirilmesinde belirli bir rol oynayan sosyal demokrasi, ABD'nin 1980'lerden itibaren yürürlüğe koyduğu 'neo-liberalizm' olarak tanımlanan saldırgan ekonomik ve politik programına karşı bir program çıkaramamış ve toplumsal bir alternatif oluşturamamıştır...

Özellikle Avrupa'da iktidara gelen sosyal demokrat partiler, bu nedenle bir zamanlar sahip oldukları çalışan sınıf desteğini zaman içinde kaybetmiş ve etkisizleşmişlerdir...

Sosyal demokrasinin ve geleneksel muhafazakar partilerin siyaset yaşamında bıraktığı boşluğu ise 'yeni sağ' adı verilen ırkçı partiler doldurmuştur.

***

Bunun en son ve en 'trajik' örneği İsveç'tir...

Uzun yıllar İsveç'i yöneten ve siyasal yaşamı 'domine' eden İsveç Sosyal Demokrat Partisi son seçimlerde ancak yüzde 26 oy alabilirken aşırı sağ parti oylarını yüzde 300 oranında artırmıştır.

Bu sonuçla, bir koalisyon hükümeti kurma şansını bile kaybetmiştir.

***

Kemal Kılıçdaroğlu'nun umut bağladığı Sosyalist Enternasyonale gelince...

O örgüt de sosyal demokrat partilerin gerilemesinden etkilenmiş ve adı var kendi yok bir örgüt haline gelmiştir...

İşin en ilginç tarafı, örgütün en güçlü üyesi olan İsveç Sosyal Demokrat İşçi Partisi'nin bile kuruluşundan beri üyesi olduğu Sosyalist Enternasyonal'den umudunu kesmiş ve bu örgütten ayrılma kararı almış olmasıdır...

Bu karar vesilesiyle bir açıklama yapan Sosyal Demokrat İşçi Partisi Uluslararası İlişkiler Sekreteri Andrine Winther, Sosyalist Enternasyonal'i 'modası geçmiş ve beklentileri karşılamayan bir örgüt' olarak tanımlamıştır.

***

Kısacası, Avrupa sosyal demokrasisi, Kılıçdaroğlu'nun iddia ettiği gibi neo-liberal politikalara bir alternatif oluşturamadığı gibi çoğu zaman o politikaları Amerikalı muhafazakarlardan daha 'iştahlı' bir biçimde savunmuştur...

Bunu yaparken de, ABD'nin emperyalist saldırganlığına karşı direnen hükümetleri 'diktatörlük' le suçlamıştır...

İşte Kılıçdaroğlu'nun referans olarak aldığı 'ideolojik felsefe' genel çizgileriyle budur.

(Devam edecek)