Cumhuriyet devrimlerini toplumda benimsenenler ve benimsenmeyenler şeklinde bir değerlendirmeye tabi tutan Demokrat Parti'nin ekonomik sorunların da etkisiyle toplumda artan huzursuzluğu gideremeyince, ordu içindeki bir grup askeri müdahalede bulundu. 27 Mayıs 1960 tarihindeki müdahalenin ardından yeni bir anayasa hazırlandı. Bu anayasa hayli özgürlükçü maddeler barındırıyor, farklı fikir ve düşüncelerin, sınıf siyasetlerinin örgütlenmesinin önünü açıyordu. İslamcılığın bağımsız bir kimlikle siyaset sahnesine çıkışı da bu anayasanın yarattığı uygun siyasi iklimin içinde mümkün oldu.

İslamcılık, tıpkı DP döneminde olduğu gibi 1960'lı yılların başında Adalet Partisi çatısı altında kendini var etti. AP hükümetleriyle birlikte Nurculuk, Nakşibendilik, Süleymancılık gibi dini yapılanmalar cami yaptırma, Kuran kursu açtırma dernekleri eliyle toplum içinde nüfuzunu artırırken Diyanet İşleri Başkanlığı da yine tarikat ve cemaatlerin yuvalandığı stratejik mevzilerden biri oldu. Öyle ki, 1960'lı yıllarda en çok tartışılan kurumların başında Diyanet İşleri Başkanlığı'ndaki tarikat-cemaat örgütlenmesi geliyordu.

Laikliğe aykırı çıkışlarıyla tanınan İbrahim Elmalı, Fethullah Gülen'i keşfeden kişi olarak da bilinen, eğitimi Diyanet İşleri Başkanlığı yapmaya yetmediği halde bu göreve atanan, siyasal İslamcıların 'efsane adam'ı Yaşar Tunagür, bu dönemin en çok tartışılan isimleridir. Tunagür, Ortadoğu'nun ünlü ARAMKO şirketiyle de ticari ilişkiler içindeydi. Dönemin en önemli gelişmelerinden biri ise Suudi krallığının 1962 yılında bir diğer adı da Rabıta olan Dünya İslam Birliği'ni kurması, bu birlik aracılığı ile sahip olduğu petro-dolarlar sayesinde Müslüman dünyadaki dini eğitimi ve hareketleri desteklemeye başlamasıydı ki, Rabıta'nın imamlara maaş bağladığını gazeteci Uğur Mumcu 1980'li yıllarda açığa çıkaracaktı.

İslamcılığın etki alanını artırdığına dair bir başka gösterge ise Türk milliyetçiliği düşüncesindeki evrilme idi. Milli Türk Talebe Birliği'nin Bozkurt olan amblemi, kitap olarak değiştirilmişti ki, bu Kuran-ı Kerim'i sembol ediyordu. Aynı zamanda Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi'nin MHP'ye dönüştüğü ünlü Adana kongresinde de Türk-İslamcı anlayış hakim olmuş hatta bu durum 'Allah, Tanrı'yı kovdu' şeklinde veciz ifadesini bulmuştu. Türk milliyetçiliği artık Tanrı Dağları kadar Türk, Hıra Dağı kadar Müslüman idi.

Aslında Adalet Partisi çatısı altında politika yürüten Necmettin Erbakan, 1969 seçimlerinde Konya'dan bağımsız olarak parlamentoya girdiğinde Milli Görüş hareketinin lideri de belirlenmişti. Zira, İskenderpaşa Dergahı bu seçimlerde Erbakan'ı seçtirmek için tüm ekonomik ve cemaat gücünü seferber etmişti. Yine aynı cemaatin şeyhi Mehmet Zahid Kotku'nun inisiyatifi ile Erbakan'a Ocak 1970'de Milli Nizam Partisi'nin kurdurulması , Erbakan'ın Nakşibendilik içindeki seçilmişliğinin göstergesiydi. Zaman içerisinde partiye, Nurcular gibi diğer tarikat ve cemaatler de eklemlenecekti.

Milli Görüş'ün söyleminin iki ana fikri vardı. Önce maneviyat sağlanacak, sonra maddi kalkınma ve ağır sanayi hamlesi gerçekleştirilecektir. Maneviyat olmadan diğer atılımları başarmak mümkün değildir. Partisi logosunda terazi vardır; Nizam ifadesi de dinsel bir içeriğe sahiptir ve Allah'ın nizamı demektir bu. Dolayısıyla ahlak, fazilet, batı taklitçiliği, faiz, Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET), modernleşme karşıtlığı, turizm düşmanlığı gibi söylem ve pratikler sık sık karşımıza çıkar.

Milli Nizam Partisi ile bağımsızlaşarak partileşen İslamcı siyaset, 12 Mart muhtırasından sonra kapatılır ancak hemen sonra anahtar (cennetin anahtarı olarak takdim edilen) logolu Milli Selamet Partisi kurulur. MSP, küçük esnaf ve zanaatkar sınıfı, tarikat ve cemaatler ve cami dernekleriyle birlikte Anadolu'da hızla örgütlenir ve 1973 yılında şaşırtıcı bir başarı elde eder. Ardından CHP ile koalisyon hükümeti kurar.

1974 yılında kurulan CHP-MSP koalisyonu ile İslamcı siyaset önemli bir bariyeri aşar.

Çünkü, artık iktidar olabileceğini göstermiştir.

(Devam edecek)