Değişimin hız kazandığı, beklentilerin yükseldiği ve sosyal medya ile gerçekliğin sıkça çarpıtıldığı bir çağda gençler, sadece akademik başarıyla değil, duygusal denge ve zihinsel dayanıklılıkla da sınanıyor. Kimlik arayışının, gelecek kaygısının ve içsel çatışmaların gölgesinde şekillenen bu süreçte psikolojik sağlamlık, her zamankinden daha büyük bir önem taşıyor. Psikolojik Danışman ve Yazar Kübra Karahanoğlu ile gençliğin bu karmaşık yolculuğunu, zihinsel hijyenden kimlik inşasına kadar pek çok başlıkta konuştuk.
· Zihinsel dayanıklılık, günümüz gençliğinde neden bu kadar önemli hale geldi? Bu dayanıklılığı güçlendirmek için neler yapılabilir?
Zihinsel dayanıklılık dediğimiz kavram; zor durumlarla ve stresle başa çıkma ile zorlayıcı yaşantılar sonrası toparlanma becerisi ve motivasyonunu ifade ediyor. Önceleri sporda, askeriyede ve kriz yönetiminde görev alan kişiler için kullanılan bu durum, bugün hepimiz, özellikle de gençler için önemli bir beceri haline gelmiş durumda. Elbette böyle olmasında birçok etken var. Özellikle teknoloji alanındaki hızlı değişimlerin sosyal ilişkilere de yansıdığı yadsınamaz bir gerçek. Sürekli bir değişimin söz konusu olduğu yerde, sürekli bir adapte olma ihtiyacı da söz konusudur. Haliyle “Sırada ne var?” sorusunun getirdiği belirsizliğin yarattığı bir kaygı da söz konusu oluyor. Sosyal medya platformlarında maruz kalınan içeriklerin bir getirisi olarak karşılaştırma, onay arama, göz önünde olma ve benzeri ihtiyaçlar duygusal kırılganlığı beraberinde getiriyor. Yanı sıra iş ortamlarındaki rekabet duygusu, “başarılı olma”nın yerini “diğerinden daha başarılı olmaya” bırakınca zihinsel yük artıyor ve daha başarılı olma isteğinin getirdiği bir döngü başlıyor. Bu döngü içinde sosyal yaşam da eriyip gidiyor ve fiziksel temas yerini dijital bağlantılara bırakıyor. Böylece kişi, kalabalıklar içinde ama yalnız hissedebiliyor. Bu durumları yönetebilmek ve zihinsel dayanıklılığı artırabilmek için öncelikle fark etme ve öğrenme temelli bir bakış açısı geliştirmek gerekiyor. Kişinin kendine soracağı “Bu durumdan öğrenebileceğim şey nedir?” sorusu zihni aktif ve güçlü tutacaktır. Ayrıca duyguların zorlandığı ve yıprandığı durumlarda onları yok saymak yerine kabul etmek ve onlarla yüzleşmek önemli. Problem çözme becerisi de buna bağlı. Ancak en önemlisi, hayata dair bir amaca sahip olmaktır. Hayata dair bir amaç, kişiyi güçlü tutan ve hayatını yönetebilmesini sağlayan en önemli unsurdur. Bu bağlamda gençlerin, yaşam amaçlarını ve kişisel değerlerini keşfetmeleri sürecinde onlara rehberlik edebilmek gerekiyor.
“GENÇLERİN GÜVENLİ ALANLARA İHTİYAÇLARI VAR”
· Sizce, günümüzde gençlerin en çok karşı karşıya kaldığı psikolojik savunma mekanizması nedir? Bu mekanizmanın farkında olmadan gelişimlerini nasıl gölgeleyebileceğini anlatabilir misiniz?
Savunma mekanizmaları; kaygı, stres, çatışma gibi kabul etmekte zorlandığımız duygularla başa çıkmak için bilinçdışı geliştirdiğimiz tepkilerdir. Günümüzde gençlerde en sık görülen savunma mekanizmasının inkar olduğunu söyleyebiliriz. Buradaki inkar yok saymanın yanında yokmuş gibi, umursamıyormuş gibi davranma şeklinde kendini gösterebiliyor. Bu durum daha çok kişinin; acı, umutsuzluk, kırılganlık, güvensizlik ve değersizlik duygularıyla yüz yüze gelmemek için geliştirdiği bir savunma. Bu savunma kendini sözlü olarak da “Benim kimseye ihtiyacım yok”, “Kimseye güvenmiyorum”, “Ne yaparsam yapayım olmuyor, ben de boş verdim”, “İstesem yaparım da istemiyorum” ve benzeri ifadelerde gösteriyor. Böylece kişi, duygusal farkındalıktan uzak olduğu için gerçekten ihtiyacı olanın ne olduğunu da belirleyemiyor. Bu durum da aile bağlarını ve sosyal bağları yüzeyselleştiriyor. Burada en önemli nokta, yüzleşilmekten kaçınılan olumsuz duyguların döngünün farkında olunmasını engelliyor olması. Çünkü kişi, duygularını diğerlerinden önce kendine ifade edemiyor. Bastırılan duygular zamanla baş ve mide ağrıları, halsizlik, bitkinlik gibi psikosomatik rahatsızlıklara yol açabiliyor. Bunun yaşanmaması için gençlerin kendilerini ifade edebileceği güvenli alanlara ihtiyaçları var. Az önce sözünü ettiğimiz rehberlik bu noktada da önemli. Gençleri konuşmaya, yazmaya, sosyal aktivitelere yönlendirerek önemli rol modellerle motive edebilmek gerekiyor.
“GENÇLER ÖNCE KENDİLERİNE KULAK VERMELİ”
· Ergenlik ve üniversite dönemi, kimlik arayışının en yoğun yaşandığı evrelerden. Bu süreçte bireyin “Ben kimim?” sorusuna daha net yanıtlar verebilmesi için neler yapması gerekir?
Bu dönem bir tür içsel haritalama dönemi aslında. Bu sayede de zamanla kimlik inşası söz konusu oluyor. Elbette bu süreç herkeste aynı çizgide ve kolaylıkla ilerlemeyebiliyor. Gençlerin bu süreçte “Ben kimim?” sorusuna daha net yanıtlar verebilmeleri için önce kendilerine kulak vermesi gerekiyor. Çünkü başta aileler olmak üzere birçok kişinin, çevrenin, toplumun gençten beklentileri var. Ancak bu beklentiler ne kadar gerçekçi ve genç bu beklentilerin ne kadarını gerçekleştirmek istiyor? Elbette toplumsal, ekonomik, sosyolojik, mesleki koşullar da gencin motivasyonunda büyük etken. İşte burada “Ben kimim?” sorusu önem kazanıyor. Çünkü genç, ne olursa olsun bedenen ve ruhsal olarak sağlıklı bir hayat yaşamanın yollarını bulmak zorunda. Bu noktada kendine şu soruları sorabilir: “Ne hissediyorum?”, “Ne istiyorum?”, “Beni neler besler?” Bu sorular kendi iç dünyasına temas etmek için iyi birer adım olabilir. Çünkü kimlik inşasında “Ben buyum.” kadar “Ben bu değilim.” farkındalığı da önemlidir.
· Öğrenciler sınav kaygısı, geleceğe yönelik belirsizlik gibi sorunlarla boğuşurken, güdülenmiş muhakemenin akademik performansa olan etkisi nasıl şekillenir? Bunu tersine çevirmek mümkün mü?
Güdülenmiş muhakeme, taraftarı olduğumuz görüşlerle karşıtı olduğumuz görüşleri işleme şeklimiz arasındaki farklılıktır. Bir bilgiyi tarafsız olarak değil kişisel değer ve inançlarımız doğrultusunda değerlendirdiğimizde olanı olduğu gibi değil, görmek istediğimiz gibi görmüş oluruz. Sınav kaygısı; gençlerin birçoğunda karşılaşılan, belirsizlik ve baskı hissinin olduğu bir durum. Haliyle sınav kaygısına sahip bir genç, kaygının yoğunluğuna göre gerçekliği çarpıtabilir. Bu, kaygıdan kaçınmanın bir yoludur. Örneğin; sınavdan düşük not alan bir öğrenci, öğretmenin tarafsız olmadığını iddia edebilir. Güdülenmiş muhakeme burada kendini gösterir ve kişi, sorumluluktan kaçınarak duygusunu korumaya çalışır. Bu durum kısa vadede duygusal rahatlık sağlasa da uzun vadede öz farkındalığı engeller, öğrenme sürecini sekteye uğratır ve hata yapabilmenin kabulünü zorlaştırır. Bunu tersine çevirmek için şunu sormak gerekiyor: Haklı hissetme duygusu uğruna öğrenme feda edilir mi?
ZİHİNSEL HİJYEN ÇOK BOYUTLU DÜŞÜNEBİLMEKLE MÜMKÜN”
· Sosyal medya, gençlerde önyargıların daha hızlı oluşmasına mı neden oluyor sizce? Bu dijital çağda zihinsel hijyeni korumak adına öğrenciler ne tür psikolojik stratejiler geliştirebilir?
Elbette kişiye göre değişmekle birlikte sosyal medyanın önyargıların daha hızlı oluşmasında ve daha kalıcı olmasında etken olduğunu söylemek mümkün. Sosyal medya algoritmalarının yarattığı yankı odaları bunun en büyük etkenlerinden biri. Çünkü siz hangi tür içerikleri takip ediyorsanız, benzer içerikleri daha çok görmeye başlıyorsunuz. Bu da teyit önyargısını destekleyerek düşündüklerinizin içeriklerle desteklendiğine inanmanızı sağlıyor. Bu durumdan korunmak ve zihinsel hijyeni sağlamak için sosyal medyada gördüğünüz içeriklere hemen tepki vermek yerine üzerine düşünmeyi tercih etmeniz gerekiyor. Önyargıya sahip olmayı engellemenizin ilk adımı, duygunuzun farkında olmaktır. Sonuçta yanılma ihtimaliniz var. Zihinsel hijyen, haklı olma tatminini yaşama ihtiyacıyla değil, açık fikirli ve çok boyutlu düşünebilme yetisiyle mümkün olur. Farklı kaynaklardan beslenmek de önemlidir. Böylece bilişsel esneklik artırılabilir. Temiz bilgiye ulaşmanın oldukça zor olduğu ve çaba gerektirdiği günümüzde, düşünen birey olabilmek çok kıymetli hale gelmiş durumda.
· Lise ve üniversite çağındaki öğrenciler, kimliklerini bulmaya çalışırken aile ve sosyal çevreden gelen beklentilerle de mücadele ediyor. Bu ikilem içinde ailelerin yaklaşımları ne yönde şekillenmeli?
Burası aile içi çatışmanın da başladığı yer aslında. Genç, bir yandan kimliğini inşa etmeye çalışırken diğer yandan ailesinin ve sosyal çevresinin kendisine giydirmek istediği kimlikle çatışıyor. Net olmayan bir zihin için de bu durum “Kendim mi olmalıyım, onların istediği mi?” sorusunu beraberinde getiriyor. Aile, çocuğunun hayatının sahibi olmadığının farkında olmalı ve gencin hayatını çizen değil, ona kendi çizeceği hayat yolunda yol arkadaşlığı yapan konumunda olduğunu kabul etmeli. Ayrıca genci mesleki ve sosyal yaşamda arzu ettiği noktaya ulaştırmada akademik başarı önemli; ancak gerçek başarı, gencin sahip olduğu notlar, sosyal statüsü ve mesleğinden öte, kişisel değerleriyle uyumlu bir hayat kurabilmesidir. Ailenin yapması gereken de, ona kendi olma yolculuğunda alan açmaktır.
“GENÇLER ‘ETİKETLENME’ KORKUSUNDAN KURTULMALI”
· Psikolojik danışmanlık hizmetine hala mesafeli yaklaşan birçok genç var. Sizce bunun en büyük sebebi nedir ve bu algıyı nasıl dönüştürebiliriz?
Bunun başlıca nedenlerinden birinin psikolojik destek almanın zayıflık yahut sorunlu olarak algılanma kaygısı olduğunu söyleyebilirim. Bundan 15-20 yıl öncesine kadar psikologlara deli doktoru denirdi. “Ben deli değilim ki psikoloğa gideyim” düşüncesi, eskisi kadar olmasa da akıllardan geçebiliyor. Ayrıca görüşme gizliliğine ilişkin şüphe duymak, güven sorununu beraberinde getirebiliyor. Burada danışmanın, gizliliğin esasını muhakkak gence anlatabilmesi önemli. Bunların yanında gençlerin etiketlenme korkusu, ailelerin yaklaşımı, ailedeki model eksikliği de sayabileceğimiz diğer etkenler arasında yer alıyor. Bu algının dönüştürülmesi, sözlü ifadelerden başlayabilir. Bu sürecin duygusal ve zihinsel bir destek süreci olduğu, danışmanlık alan diğer gençlerin görüşlerinin dinlenebileceği, ayrıca psikolojik danışmanlığın sadece kriz anlarında değil, gelişimin her aşamasında var olan ve olması gereken bir durum olduğu anlatılabilmelidir.
· Bugünün öğrencilerine ve genç okurlarınıza, karar verirken hem duygusal hem bilişsel olarak daha sağlıklı kalabilmeleri adına “hap bilgi” olarak hangi temel yaşam prensibini önerirsiniz?
“Hayatınıza dair kararlarınızı verirken iç sesinize ve aklınıza güvenin” derim. Diğerlerinin önerilerini, deneyimlerini, bilgilerini mutlaka dinlesinler, bunlar üzerine düşünsünler; ancak kendi bilgi ve düşünceleriyle birlikte değerlendirerek nihayetinde akıllarını ve kalplerini dinlesinler. Çünkü hayatımızdaki her karar, başlarken sözünü ettiğimiz kimliğimizin de bir parçasıdır ve kendi değerlerimizle uyumlu kararlar bizi daha az yoracak, daha huzurlu hissettirecektir.