Son yazılarımızın ana teması ütopyalar oldu...

Dün, 8 Mart Dünya Kadınlar Günüydü...

Biz de bugün onlara kadınların ütopyalarımızı nasıl şekillendirdiğini anlatan bir yazı armağan edelim.

***

Ütopya, bir mutluluk ülkesi ise ve köklerini uzak geçmişten alıyorsa, hiç kuşkusuz o ülkenin ilk sahipleri kadınlardı...

Elbette bu gerçek yazılı tarih kaynaklarında yer almaz...

Çünkü yazı ve yazılı kaynaklara gereksinim duyan devletler kadınların geri plana itildiği ve seslerini yitirdiği dönemlerin ürünleridir.

***

Ancak kadınların güçlü sesi hiçbir zaman tam olarak bastırılamamıştır...

O sesi kimi zaman binlerce yıl öncesinden gelip günümüzde müzelerin baş köşelerine konulan Venüs heykellerine baktığınızda, kimi zaman mitolojik öykülerin perde gerisini araladığınızda, kimi zaman masallardaki güçlü kadın figürlerini çözümlediğinizde hep duyarsınız...

Çünkü uygarlığın yaratıcısı tarımdır ve tarımı kadınlar yaratmıştır.

***

Siz bakmayın, kadınların sonradan şeytanla işbirliği yapan yaratıklar, büyülerle insanları felakete sürükleyen cadılar, ve erkekleri sırf cinsiyetleri farklı olduğu için kesip doğrayan Amazonlardan söz eden efsanelere...

İşin esası farklıdır...

O erkeği günaha sürükleyen kadın hikâyesinin aslı Anadolu insanının çok yakından tanıdığı ana tanrıçalara, o büyücü kadınların aslı geçmiş dönemin bitkilerle tedavi uzmanı otacı şamanlara, ve o kan akıtmaktan hoşlandığı söylenen Amazonların aslı ataerkil göçebe topluluklar tarafından şiddet ve baskıyla boyun eğdirilmeye çalışılan barışçıl anaerkil tarım topluluklarının direnişlerine kadar uzanır...

Bir feminist yazarımız vaktiyle kadınların ezilmesine tepki olarak yazdığı kitabı "Kadının Adı Yok" diye adlandırmıştı...

Kadının sesinin tarih boyunca bastırıldığı doğrudur, ama o ad hiçbir zaman ortadan kaldırılamamıştır.

***

Örneğin o ad her zaman yurdumuzu adlandırırken kullandığımız "anavatan" sözcüğünde hep yaşamıştır...

Müslümanların Mekke'deki kutsal tapınağı, kadim zamanlardan bu yana hiç değişmeyen adını, Anadolu'da tapınılan Kibele'den almıştır...

Hıristiyanların peygamberi İsa'nın annesi Meryem, İzmir'in eski adı olan Smyrna'ya da adını veren ve Ortadoğu'da Mariadne, Marian, Ay-Mari, Marianna olarak bilinen ana tanrıçadır.

***

Doğrudur, saldırgan göçebe ataerkil kabileler karşısında barışçıl anaerkil topluluklar zaman içinde boyun eğmek zorunda kalmıştır...

Ama onlar her zaman seslerini duyurmanın, "Ben de varım!" demenin bir yolunu bulmuştur...

Siz bakmayın Zeus'un ana tanrıçanın rolünü çalmak için Athena'yı alnını çatlatarak doğurduğu efsanesine...

Aslında çığlık atarak zırhları ve silahlarıyla dünyaya geldiği söylenen o tanrıça Zeus'u doğurmuştur.

***

Paleolitik çağlardan günümüze kalan tasvirlerin bir özelliği vardır...

İnsan biçiminde resmedilen canlıların hemen tamamı dişidir...

Erkeklerin tersine bu tasvirler giysisiz ve maskesizdir...

Çünkü kadın toprakla özdeşleşmiştir.

***

O eski idollere baktığınızda klasik güzelliğe hiç önem verilmediğini ama iki büyük göğüs, belirgin bir kadınlık organı ve göbek çukurunun mutlaka vurgulandığını görürsünüz...

O göğüsler doruklarından aşağı bal ve süt akan dağları, kadınlık organı neredeyse tüm peygamberlerin doğdukları mağaraları, göbek çukuru ise aile ocağını yani dünyanın merkezini simgeler.

Günümüzde Urfa'da keşfedilen en eski dinsel tapınma bölgesinin günümüzde bile "Göbeklitepe" olarak anılmasının sırrı budur.

***

"Ya artan kadın cinayetleri?" derseniz...

O cinayetler, kadının "Ben de varım!" diyerek sesini yükseltmesinin doğurduğu öfkenin sonucudur...

Ne var ki o öfke beyhudedir ve o ses hep yükselmeye devam edecektir.

***

Tüm kadınlarımızın her günü kutlu olsun ve adları her daim yücelsin.