Müzik grubu Pink Floyd'un 'The Wall' (Duvar) albümü artık geride kalan yirminci yüzyılın unutulmazlarındandır.

O albümdeki şarkılar bağımsız dinlenebilseler de, birbirini bütünler haldedir. Bir rock senfoni yani… Birinde dört kez şu dize yinelenir… Daha doğrusu soru:

'Is there anybody out there?'

Tedirgin edici, ruhta gerilim yaratan, sanki yaklaşan bir fırtınanın habercisi gibi bir müzik eşliğinde yinelenir bu soru. Dünyanın kalbinden sökülüp gelen bir ezginin… Dünyamız, yeryüzü, gökyüzü, doğa insanlara sesleniyordur sanki…

Türkçesi mi?

'Orada kimse var mı?'

***

Pink Floyd'un o albümü özetle, kapitalizmin insanı, doğayı, eğitimi, yaşamdaki her şeyi bir meta olarak gören, bir rant aracı olarak gören, yabancılaştıran, yalnızlaştıran anlayışına isyandır.

Bir 'Gezi' çıkışıdır!

Ve bugün, yalnızca Türkiye'miz için değil tüm dünya için çok daha günceldir…

Depremlerin söylediği de bu!

Bazen hüzünle gökyüzüne 'hoşçakal!' denen, bazen 'Sizin eğitiminizi istemiyoruz!' diye isyan eden şarkılardır onlar. Ve albümün özeti gibidir bu soru. Bir yakınma aynı zamanda:

'Orada kimse var mı?'

***

Pink Floyd'un ilk olarak 1979'da yayınladığı albümü belki hiç dinlememiş nice insanın belleklerine kazındı bu soru 1999'da.

O yıl Kocaeli'de, Yalova'da, Körfez'de ne büyük bir deprem acısı yaşanmıştı. O geceyi yaşayanlar, 'Büyük bir uğultuyla yarıldı deniz. Evleri, insanları yuttu' diyorlardı. Binlerce insanımızı yitirdiğimiz depremde o yıl, doğrudan yaşayan ve tanık olanların yanısıra ekranlardan hepimizin belleğine kazınan bir sesleniş oldu:

'Orada kimse var mı?'

Arama kurtarma ekiplerinin, enkaz altında kalmış ama henüz yaşayan insanlara ulaşma çabalarının özetiydi bu soru.

Etraftaki bütün sesler susturulup, sessizliğin bağrından bağırılıyordu enkazdan aşağılara doğru… En küçük bir yanıt duyar mıyız umuduyla:

'Orada kimse var mı?'

***

Yaklaşık yirmi yıl geçti üzerinden.

Arada Van Depremi'ni yaşadık.

23 Ekim 2011'de.

O büyük depremse bütün acıları bir yana bir fotoğrafı özellikle kazıdı belleklerimize…

Depreme bir internet kafede yakalanan 13 yaşındaki Yunus'un fotoğrafını…

Ürpertici bakışları Yunus'un… Omzunda ölmüş bir insanın eliyle… Üzerine kapanmış bir insanın, fotoğraf çekildiğinde ölü olan bir insanın elleriydi onlar…

Bir mucizeydi kurtarılması. Ancak, mucizenin ardı gelmemiş, Yunus, aldığı darbelerin yarattığı iç kanama nedeniyle hastane yolunda veda etmişti yaşama…

Oysa, onu kurtaran ekiptekilere saati sormuştu. 'Akşam 10' yanıtını alınca verdiği yanıtta ise bambaşka bir öykü yatıyor da… 'Eyvah çok geç olmuş, babama söylemeyin!' yanıtında bambaşka bir öykü de…

Şimdi oraya girmeyeyim.

O görüntü kazındı belleklere…

Diye anımsatmakla yetineyim.

***

Türkiye'miz şimdi de Elazığ depremiyle sarsıldı. Yandı yürekler yine…

Bu deprem de belleklere 'Işığı görüyor musun ışığı?' sorusuyla kazınacak gibi.

Ankara'dan gelen bir ekip enkazda yaşayanları kurtarma çabasında. Enkaz altında bir kadın, bir çocuk… Henüz nefes alıyorlar. Kurtarılabilirler. Er bağırıyor, açtıkları yerden enkaz içinde dolaştırdığı el fenerinin ışığını kastederek… 'Işığı görüyor musun ışığı!'

Anne ışığı gördüğünü söylüyor. Dahası 'Seni de görüyorum' diyor, 'El sallıyorum…'

Er 'Tamam kurtaracağız seni' diyor. Komutanına sesleniyor sonra:

'Komutanım yaşıyorlar!'

Kurtarıyorlar. Depremden 24 saat sonra kurtarılan çocuk henüz iki buçuk yaşındaki Yüsra. Anne Ayşe Yıldız.

Bu görüntüler silinmez ki belleklerden.

Silinmez de…

Enkazda açılan yerden aşağı doğru tutulan fenerin ardından o 'Işığı görüyor musun ışığı?' sorusu var ya… Yeni deprem acılarını yaşamamamız için önemli.

Işığı görüyor musunuz?

Görüyor muyuz?