İktidarını korumak için Hz. Muhammed'in torunlarını vahşice katletmeyi dahi göze alan Emevi siyaset geleneği günümüzde tüm canlılığı ile sürüyor. Zaten Sünnilik dediğimiz şey de bir devlet ideolojisi olarak kurumsallaşan niteliği ile her devirde, iktidarı asla vazgeçilemeyecek bir güç olarak elde tutmak istiyor.

Hatırlarsınız; Necmettin Erbakan, tartışmalı bir şekilde TOBB Başkanlığı'na seçildiğinde yargı seçimi mevcut yasalara aykırı bulmuştu. Erbakan'ın görevi bırakması gerekiyordu ama hiç öyle bir niyeti yoktu. Sonunda dönemin Başkanı Süleyman Demirel, Erbakan'ın makamından zorla çıkartılmasını emretti ve Ankara Emniyet'i operasyon düzenledi. Çıkmamak için kendisini makama kilitleyen Erbakan, TOBB'dan uzaklaştırıldı ama yaka paça vaziyette…

Geçen yıl da yargı kararına rağmen Türkiye Gençlik Vakfı'nın (TÜGVA) işlettiği Büyükada İskelesi tahliye edilemedi. Kaymakamlığın geciktirdiği tahliye için iskeleye giden zabıtalar, karşılarında polisi bulduğunda arbede çıkmış, bu durum, 'bir iskeleyi devretmeyen parti iktidarı devreder mi?' sorularını sordurmuştu.

Son örnek ise RTÜK üyeliğine yapılan atama… RTÜK'te, partilere, sahip oldukları milletvekili sayısına göre kontenjan hakkı tanınıyor. İddialara göre, AKP'li Taha Yücel'in ASELSAN'a geçmesinden sonra İYİ Parti'ye kontenjan hakkı doğdu ama allem edildi kallem edildi ve boşalan RTÜK üyeliğine AKP kontenjanındaki isim seçildi. Yani, Mehmet Ali Çelebi'nin AKP'ye geçişine ilişkin tartışmanın bir tarafında da bu RTÜK seçimleri var.

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı kaybedildiği halde türlü sihirbazlıklarla seçimin yeniletilmesi de iktidar perestliğin eseri... Düşünün; seçimde hile yapıldığı iddia edildi ama aynı zarftaki belediye başkanlığı seçimine dair oy pusulası hileli bulunurken belediye meclis üyeliklerine dair pusulaya hiç itiraz edilmedi. Çünkü, AKP, belediye meclislerinde zaten çoğunluğu elinde bulunduruyordu; dolayısıyla meclis üyeliklerinin seçimlerinin yenilenmesine gerek yoktu. Ortada tam bir garabet vardı ama AKP'li yönetici 'Hiçbir şey olmamışsa bile kesinlikle bir şeyler oldu' diyebiliyordu.

Mersin'deki polisevi saldırısından sonra saldırıyı gerçekleştiren kişinin CHP ile ilişkiliymiş gibi gösterilmeye çalışılması, seçim sürecine girilmişken birtakım operasyonlarla halkın iradesinin baskı altına alınmak istenmesi hep o iktidarı koruma güdüsünden kaynaklanıyor.

Hukuk kurallarını, teamülleri böylesine zorlayan, yasama, yürütme, yargı süreçlerini bu kadar keyfi hale getiren ve bu keyfiliği normalleştirmeyi başaran bir başka iktidar yok. Bu yüksek siyasi pragmatizm, elbette ki, eninde sonunda kaybedecek ama Türkiye'nin ödeyeceği toplumsal maliyet çok büyük olacak.