29 Ekim 1923 Cumhuriyet'in kuruluşunun 99. yıldönümü...
Cumhuriyetimizin 100. kuruluş ylıldönümünün eşiğindeyiz...
Ama ne yazık ki hala cumhuriyetimizin getirdiği kazanımları 'büyük kayıplar' olarak görenlerin sayısı hala oldukça fazla!
***
Cumhuriyetimizin yüz yıllık bir süre boyunca onu kesintisiz yaşatan en güçlü yanları bile günümüzde bazı siyasetçiler tarafından insafsızca eleştiriliyor...
Aslında bunu yadırgamamak lazım; çünkü cumhuriyet, meşrutiyetler döneminden gelen uzun bir mirasın sonucu olmasına karşın demokratik devrim sürecimiz halen tamamlanabilmiş, Türkiye ortaçağ karanlığından tam anlamıyla çıkabilmiş değil...
Bu durum bizi, söz konusu sürecin bu kadar uzun bir zaman dilimi boyunca neden tamamlanamadığı sorusu üzerinde düşünmeye zorluyor.
***
Önce bir gerçeği hatırlatmak gerekiyor...
Dünyanın bir çok ülkesinde cumhuriyet rejimlerinin oluşumuna temel teşkil eden demokratik devrim ve gelişme süreçleri iniş ve çıkışları da içinde barındırıyor...
Örneğin bu tür devrimlerin klasik örneği olarak kabul edilen 1789 Fransız Devrimi, kısa bir süre sonra Napolyan Bonapart'ın kurduğu bir imparatorluk haline geliyor, onun da yıkılmasından sonra devrim tarafından alaşağı edilen Bourbon Hanedanı tekrar iktidara dönüyor. Günümüze kadar Fransız cumhuriyeti beş kez yıkılıp tekrar kuruluyor.
***
Unutmayalım ki bu süreç cumhuriyet fikrinin doğduğu, demokratik devrime geniş yığınların katıldığı, dünyaya cumhuriyet örneğini ilk kez vermiş bir ülkede yaşanıyor...
Bizde ise cumhuriyetin kurulmasından kısa bir zaman öncesine kadar 'padişahlık' ve onun şahsında ifadesini bulan 'halifelik' adeta bir tabu olarak görülüyor...
Ulusal Kurtuluş Savaşımızın başlangıcında bu savaşın önderleri arasında bir tek Mustafa Kemal Paşa'nın kafasında bu rejimi kurmak var... Diğer önderler ise Mustafa Kemal'in bu fikrini 'tehlikeli' buluyor.
***
Bunlar arasında Ulusal Kurtuluş Savaşımızın kahramanları olan Rauf Bey (Orbay) ve Kazım Karabekir Paşa gibi önemli isimler de yer alıyor...
Örneğin Rauf Bey, Büyük Taarruzun zafere ulaşmasının ardından Refet Paşa'nın Ankara Keçiören'deki evinde Mustafa Kemal Paşa ile yaptığı görüşmede şunları söylüyor:
'Ben, padişahlık ve halifelik katına gönül ve duygu bakımından bağlıyım. Çünkü benim babam, padişahın ekmeğiyle yetişmiş, Osmanlı devletinin ileri gelen adamları arasına geçmiştir. Padişaha bağlı kalmak borcumdur. Halifeye bağlılığım ise görgümün gereğidir. Bunlardan başka, genel görüşlerim de vardır. Bizde kamunun birliğini korumak güçtür. Bunu ancak, herkesin erişemeyeceği ölçüde yüksek görülmeye alışılmış bir kat sağlayabilir. O da padişahlık ve halifelik katıdır. Bu katı kaldırmak, onun yerine başka nitelikte bir kat koymaya çalışmak, yıkıma yol açar.'
Aynı toplantıda, Refet Paşa ve Ali Fuat Cebesoy Rauf Bey'e destek veriyor. Kazım Karabekir Paşa'nın da aynı görüşte olduğu biliniyor.
***
O dönemde Büyük Millet Meclisi'ndeki milletvekillerinin çoğunluğu da cumhuriyete karşı...
30 Ağustos zaferinin kazanılmasından sonra da bu tablo değişmiyor. Atatürk, Nutuk'ta, kasım ayı başında Ankara'ya geldiğinde karşılaştığı durumu şu sözlerle özetliyor:
'1 Kasım 1922 gününden önce , Meclis'teki muhalifler benim padişahlığı kaldıracağım yolunda korku ile karışık ivedili ve coşkulu bir propagandaya girişmişlerdi...'
***
Sonrasında yaşananları ise Atatürk, şöyle anlatıyor:
'Padişahlığı halifelikten ayırmaya ve önce padişahlığı kaldırmaya karar verdiğim zaman ilk yaptığım işlerden biri, hemen Rauf Bey'i Meclis'teki odama çağırmak oldu. Rauf Bey'in, Refet Paşa'nın evinde sabahlara dek dinlediğim düşüncelerini ve görüşlerini hiç bilmiyormuşum gibi, ayakta, kendisinden şunu istedim: 'Halifeliği ve padişahlığı birbirinden ayırarak padişahlığı kaldıracağız.! Bunun uygun olduğunu kürsüden söyleyeceksiniz!'
'Rauf Bey'le bundan başka hiçbir şey konuşmadık. Rauf Bey odamdan çıkmadan önce, yine bu iş için çağırmış olduğum Kazım Karabekir Paşa geldi. Ondan da bu yolda konuşmasını rica ettim.
'Baylar, Meclis'in o günlerle ilgili tutanaklarında görüldüğü üzere , Rauf Bey kürsüden iki kez konuştu ve dahası, padişahlığın kaldırıldığı günün bayram kabul edilmesini de önerdi.(...) Bu tutum ve davranış nasıl yorumlanabilir? Rauf Bey, eski inançlarını değiştirmiş miydi? Yoksa bu inançlarında eskiden de içtenlik yok muydu? Bu iki noktayı birbirinden ayırmak ve biri üzerinde tam bir kanı ile yargıda bulunmak güçtür.' (Bkz. Söylev, II. cilt. s. 501-502)
(Devam edecek)