Önceki yazımızda Filistin örgütlerinin Ürdün ve Lübnan sürgünleri nedeniyle etkisiz hale geldiği koşullarda işgal altındaki topraklarda yaşayan Filistinlilerin 1988 yılında altı yıl boyunca devam edecek olan bir direniş başlattıklarını...

“Birinci İntifada” olarak adlandırılan bu direniş sırasında İsrail ordusu binden fazla Filistinliyi öldürdüğü ve 120 binden fazla Filistinliyi tutukladığı halde  başarılı olamamışken, ABD’nin organizasyonuyla gerçekleşen Oslo I Anlaşması’nın  bu direnişin sönmesine yol açtığını...

Bu gelişmelerin 1987 yılında Müslüman Kardeşler Örgütünün Filistin kolu olarak kurulduktan sonra Filistinli seküler ve radikal güçlere karşı İsrail tarafından desteklenen, ancak El Fetih’in içine girdiği yozlaşma ve uzlaşma süreci sırasında giderek radikalleşen ve Filistin direnişinin başına geçen HAMAS’a yaradığını söylemiştik.

***

Tarih, kimi zaman bir takım “ince hesaplar” sonucu bazı devletler tarafından kurulan ya da “önü açılan” örgütlerin  kitleselleşme ya da koşulların değişmesi sonucu teşvik edenlerin projelerinin dışına çıkmasının örnekleriyle doludur...

Afganistan’da ABD tarafından kurulduktan (ya da korunup büyütüldükten) sonra ABD’nin Afganistan’dan çıkmasına yol açan bir savaş veren Taliban olayı bu örneklerden biridir...

Başlangıçta İsrail’in FKÖ çatısı altında Sovyetler Birliği’nin desteğiyle gelişen seküler ve radikal Filistin kurtuluş örgütlerine karşı kullanmayı planladığı HAMAS da bu tür bir gelişme göstermiştir.

***

Gelinen noktada İsrail’in 1960’lı ve 70’li yıllarda baş düşmanı olan El Fetih, Batı Şeria’da ABD ve İsrail ile birlikte hareket eden yozlaşmış bir kukla yönetimi kurmuş vaziyettedir. HAMAS ise egemen olduğu Gazze Şeridinde yaşayan halkın desteğini alarak bölgeyi İsrail’e karşı yürütülen “gerilla tarzı” bir mücadelenin üssüne çevirmiştir...

ABD ve İsrail başta olmak üzere Batılı emperyalist devletlerin HAMAS’ı “terörist bir örgüt” olarak damgalamalarının ana sebebi budur. Eğer HAMAS onların planlarına uygun hareket etseydi, en şiddetli terör eylemlerini bile uygulasa (tıpkı İsrail’in yaptığı gibi) yine de en değerli “dostları” (!) olmaya devam ederdi...

Ancak bu saptama, siyasal ideolojisini “dincilik” üzerine oturtan bir örgütün ne kadar haklı bir mücadele yürütürse yürütsün rehberi olmayı amaçladığı halkı kurtuluşa götüremeyeceği gerçeğini değiştirmemektedir. Şu anda Gazze’de yaşanan trajedi de bu durumun bir örneğidir.

***

Unutulmaması gereken husus, İsrail halkı ile Filistin halkı ortak bir “laik ve demokratik bir cumhuriyet” fikri etrafında birleşmediği sürece ne “tek devletli” ne de “iki devletli” bir çözümün (!)  bu çatışmayı sona erdirmeye yetmeyeceğidir...

İsrail’in başındaki Netanyahu, İsrailli “dincilerin” temsilcisidir. O kesim, içinde yaşadıkları süreci kutsal bir savaş olarak görmekte, bölgeyi kasıp kavuracak bir savaşın kutsal kitaplarındaki “Armageddon savaşı” olacağını ve bu savaşın ardından “Mesih’in yeryüzüne inerek İsrail’i Fırat’tan Nil’e kadar uzanan toprakların efendisi yapacağını düşünmektedir...

HAMAS da İsrail halkını düşman olarak görmekte, onların (Yahudilerin) tümüyle yok edilmesini ya da Filistin topraklarından sürülmesini amaçlamaktadır.

***

Oysa Filistin toprakları, iki halkın binlerce yıl boyunca birlikte yaşadıkları topraklardır...

Bu topraklar üzerinde yaşayan halklar bundan sonra da belki binlerce yıl birlikte yaşayacaktır...

Ne yazık ki, iki halkın temsilcileri de halihazırda varlık nedenlerini bu gerçeğin inkârı üzerine oturtmuşlardır.

***

Bu durum değişmediği sürece Ortadoğu’daki çatışmaların odak noktasını oluşturan “Filistin sorunu” çözülemeyecektir. Çünkü günümüzde “zalim”i temsil eden İsrail, ABD ve Batı’nın kanatları altında bulunmaktadır ve “düşmanından” daha güçlü durumdadır...

Küresel güçlerin yeniden şekillendiği, Rusya, Çin ve onların çevrelerinde toplanmakta olan “gelişmekte olan ülkeler” topluluğunun ABD ve Batı’nın yakın zamana kadar rakipsiz olan egemenliğini tehdit ettiği koşullarda bu iki emperyalist gücün kendilerinin bir parçası olarak gördüğü İsrail’in bağımsız bir politika izlemesine izin vermeleri düşünülemez...

Eğer koşullar farklı olsa ve iki halk kendi kaderlerini kendilerinin belirleyeceği imkânlara sahip olsaydı, belki o zaman “akıl” egemen olur, bu çatışma dururdu...

Ne yazık ki, durum tam tersidir ve göründüğü kadarıyla bu trajedi koşullar değişinceye kadar şu ya da bu şekilde sürüp gidecektir.

(Bitti)