Öncelikle geçtiğimiz günlerde yaşanan Kartalkaya'daki otel yangınında yitirdiğimiz canları anarak bu yazıya başlamak isterim. Bir kez daha hafızalarımızdan silinmeyecek beterin de beteri bir facia ile karşı karşıyayız... İncelemeler devam ederken kamuoyunun sesi olacak nitelikle bir yazı kaleme almak bir borçtur.

Her felaketin ardından sosyal medyada hak arama sürecimiz bir kez daha başlamış bulunmakta. Bu "Ucuz Ölümlerin Ülkesi" durumumuzdan artık illallah ediyoruz. Suya basarsınız elektrik çarpar, otele gidersiniz bina yanar, yolda yürürsünüz manyağın biri gelir bıçaklar, hatta dersiniz ki "Evden çıkmayayım, başıma kim bilir ne gelir?" evde hiçbir şey yapmadan oturursunuz bina çöker... İnsan canı bu kadar ucuz bir şey mi? Evet, insan canı ihmalin olduğu her yerde bu kadar ucuz bir şey.

Hukuk devleti olmak, yıldırıcı kanunlar çıkarmak ve en önemlisi adil bir şekilde denetimini yapmak işte bu yüzden hayati önem taşıyor. Birileri üç kuruş daha fazla kazanacak diye insanımızın canı paçavralaştırılıyor. 

Bakın bunun altını çizerek söylüyorum, kültürümüz değişiyor. O eski Akdenizli şen şakrak insanlar değiliz. Gam, kasvet ve en kötüsü paranoya ile kuşatıldık. Bu duygusal çöküş bir gecede yaşanmadı, bu bir süreçti ve halk olarak çok yıprandık. Sosyal çürüme diye bir şey söylenip duruyor, sosyal çürüme başta hukukun sonra da paranın olmadığı yerde olur. Bir gün hadi delirelim kararını topluca almadığımıza göre bunun bir sosyo-ekonomik zemini olmak zorunda.

Bizi çürüten insanımız değil "kağıt üstündeliktir". Kağıt üstünde yangın merdiveni olan binalar, kağıt üstünde yeterince demir ve çimento ile yapılmış depreme dayanıklı (!) binalar, zorbalığı normalleştiren hukuk düzenlemeleri, şiddetin kol gezmesi ve işin kötü tarafı bir cezası var mı asla emin olamamak... Bizi bunlar çürüttü yıllardır, sonra alıştık. Bir sonraki felakete kadar yine acımızı unuttuk ve yine aynısı oldu. Sonra yine aynısı oldu.

Dilerim bu son olsun...