Önceki yazımızda, demokrasi, insan hakları, laiklik gibi kavramların tarihsel olarak 'Batılı ülkeler'de kapitalizmin gelişmesi sırasında ortaya çıktığını, ancak 'Batı'nın sömürgeci ve emperyalist hükümetlerinin bu kavramların 'Doğulu' olarak niteledikleri 'öteki dünya' ülkelerinde uygulanmasına karşı çıktıklarını söylemiş...

Napolyon önderliğindeki 'devrimci Fransa'nın bile, sözü edilen kavramların kendi ülkelerinde uygulanmasını isteyen Haitili devrimcilerin üzerine Fransız ordusunu göndermesini bu tavrın ilk örneği olarak göstermiştik.

***

Fransa'da yönetim katmanlarında çok popüler olan bir deyiş vardır: 'Bon pour L'Orient' (Doğu için iyi)...

'Anavatan'da işe yaramayan, ancak Fransız sömürgelerinde kabul edilen diplomalara vurulan bir damgadan kaynaklanan bu deyiş, aslında Batı dünyasının 'Doğu dünyasını' nasıl gördüğünü çok açık bir şekilde ifade etmektedir...

Yetersizlik içeren diplomalar, 'Batı' tarafından ıskartaya çıkarılan fikirler, köhnemiş yönetimler hep 'Doğu için iyi' kabul edilmiş; 'Demokrasi, özgürlük, sosyalizm' gibi uygarlığın tüm insanlara mal edilmesi gereken değerleri ise 'Batı'ya özgü kavramlar olarak görülmüşlerdir.

***

Türkiye'nin ulusal kurtuluş savaşı sonunda kurulan cumhuriyet bu açıdan bir ilktir...

O zamana kadar Batı'nın sömürgeciliğine karşı bir çok toplumda isyanlar, ayaklanmalar olmuş, ama bunlar hep o toplumların 'kapitalizm-öncesi', başka bir deyişle 'geleneksel akım ve fikirlerini hayata geçirmeyi amaçladıkları için başarısızlığa uğramışlardı...

Cumhuriyetimizin kurulması, ilk kez sömürgeleştirilmiş bir ulusun içinden çıkan ve 'ulusal özgürlük, demokrasi, laiklik' gibi kavramları kendine mal eden bir akımın, Mustafa Kemal Atatürk liderliğinde 'Batı'ya karşı savaşarak' zafer kazanması sonucunda mümkün olmuştur...

Atatürk'ün 20. asrın başlarında 'uyanmakta olan tüm sömürge ve yarı-sömürge ülkelerin ortak kahramanı' haline gelmesinin altında yatan gerçek budur... O, 'Batı için iyi' olanın 'Doğu için de iyi' olabileceğini, aslında 'Batı' ile 'Doğu'nun uzlaşmaz iki karşıt varlık değil 'insanlık' adı verilen tek bir bütünün farklı özellikler taşıyan iki parçası olduklarını göstermiş ve bunu mağlup ettiği 'Batı dünyası'na da kabul ettirmeyi başarmıştır.

***

Atatürk önderliğindeki cumhuriyetimizin açtığı bu yol, bir asır boyunca giderek genişlemiş ve bunun sonucunda eski sömürge sistemi ortadan kalkarken, bu değerler artık kimsenin açıkça karşı çıkamayacağı 'insanlığın ortak değerleri' haline gelmiştir...

Peki, bu durumda 'Batılı' emperyalist ülkelerin niyetleri ve davranışları değişmiş midir?...

Hayır, değişen yalnızca söylem olmuştur... Görünüşte, bu değerler tüm dünyada geçerli kabul edilse de bağımlı ülkelerde bu değerleri gerçekten egemen kılmak isteyenler yine emperyalistlerin ya da onların 'ortaçağ kalıntısı' müttefiklerinin saldırılarıyla karşı karşıya kalmaktadır.

***

Toparlarsak...

Daha yakın zamana kadar yukarıda sözü edilen ülke ve akımlar, ABD öncülüğündeki 'Batı' dünyasının Ortadoğu başta olmak üzere dünyanın bir çok köşesinde yürüttüğü operasyonların aracı olarak kullanılmışlardı... Emperyalist ülkelerin o müttefikler aracılığıyla yürüttüğü savaşların ve çabaların Afganistan'dan Kuzey Afrika'ya uzanan 'Büyük Ortadoğu'da iflas etmiş olması sonucunda bunların bir bölümü 'Batı'nın demokratik kanatları' altına sığınmışlardır...

Ancak kendi ülkelerinde yaptıklarını orada da tekrarlamaları nedeniyle artık siyasal sahnedeki kullanım süreleri dolmuş bulunmaktadır.

***

Günümüzde cumhuriyeti, demokrasiyi, insan haklarını, seçimleri, laikliği, açıktan açığa reddetmek ancak Suudi Arabistan ve IŞİD benzeri ülkelere ve akımlara özgü bir 'sapkınlık' olarak görülmektedir...

Ne var ki, bu durum, Batılı emperyalist hükümetlerin 'öteki dünya'ya karşı tutumlarının değiştiği anlamına gelmemektedir...

'Batıcılık' ya da 'Doğuculuk' gibi kavramlar günümüzün küresel dünyasında geçmiş dünyaya yapılan analitik bir takım göndermelerin dışında fazla bir anlam taşımamaktadır...

Ülkemizde de, demokrasiden, cumhuriyetten, siyasal özgürlüklerden ve laiklikten yana olmanın yolu, 'Batıcı' ya da 'Doğucu' olmaktan değil, cumhuriyetimizin 'kurucu ilkeleri' olarak kabul edilmiş bulunan çağdaş uygarlığın ilkelerini benimsemekten ve uygulamaktan geçmektedir.