NATO ve AB gibi uluslararası kuruluşlardaki müttefiklerimiz ile aramızdaki 'sürtüşmeler' zaman zaman yaşanan tekil olaylar olmaktan çıkmış, 'kronik' bir hal almış bulunuyor...
Burada önemli olan 'stratejik müttefikimiz ABD' ve geleceğimizi bağladığımız AB'nin davranışlarındaki benzerliğin bir tesadüf olmadığının görülmesidir...
Türkiye'nin Suriye'de PKK/PYD ordusu kuran ABD ile yaşadığı gerginlik, Akdeniz'de 'Sondajı durdurun' tehdidi, S-400 olayında yaşanan şantajcı tutum, Suriye'nin kuzeyinde Türkiye'yi hedef alan bir 'kukla ordu' oluşturulması ve benzeri olaylar bir bütündür.
***
Artık anlamamız gereken, ABD, AB ve NATO'nun, aynı stratejik hedefler etrafında birleşmiş bir cephe olduğu ve bu cephenin stratejik hedeflerinin Türkiye'nin ulusal hedefleri ile örtüşmediğidir...
Bu 'örtüşmeme' öyle bir noktaya varmıştır ki, 'dost' bildiklerimiz düşman gibi davranmaya başlamışlardır...
'15 Temmuz darbe girişimi' sırasında Brüksel'deki NATO karargahında ve ABD'nin İncirlik üssünde yaşananlar bunun en açık kanıtıdır.
***
Hatırlanacağı üzere 15 Temmuz darbe girişiminde rol aldığı iddia edilen Henry Barkey adlı CIA bağlantılı bir 'stratejist' vardı...
CIA'nın Ortadoğu uzmanı Graham Fuller ile birlikte Türkiye'nin Kürt Meselesi' isimli bir 'eser' kaleme almış, Öcalan sığınacak ülke aradığı dönemde PKK'nın ABD'deki temsilcisi Kani Gulam'a Öcalan'ın İtalya'da kalması için bir tavsiye mektubu yazmış, 15 Temmuz günü İstanbul Büyükada Splendid Palace'da dostlarıyla yaptığı toplantı çok tartışılmış, hatta kendisi hakkında yakalama kararı çıkarılmıştı...
İşte o Barkey, 'Medeniyetler Çatışması' adlı ünlü teziyle tanınan Samuel Huntington tarafından ABD Dışişleri ile bağlantılı olarak çıkarıldığı bilinen Foreign Policy'de yayınladığı makalede Türk usulü bir 'turuncu devrim' çağrısı yapmış!
***
İçinde yaşadığımız ekonomik sıkıntılar ve dış baskılar önümüzdeki dönemde toplumsal muhalefet hareketlerinin güçleneceğini gösteriyor...
Neyse ki Türkiye'deki siyasi muhalefet, geneli itibarıyla ABD'nin kurduğu sofraya hemen 'kurulacak' kadar tedbirsiz ve tecrübesiz değil...
Ancak hiç kuşkusuz arada bu tür hayallere kapılanlar da var...
Ve yaşamakta olduğumuz 'kutuplaşma' süreci bu tür eğilimlerin güçlenmesi için elverişli bir ortam yaratıyor.
***
Bu durumda en büyük endişeyi ülkeyi yönetenlerin duyması gerekiyor...
Yapılması gereken şey içerideki çatışma ortamını gidermek ve gerek ekonomideki zorluklar gerekse dışarıdan gelen baskılar karşısında ulusal menfaatler etrafında ortak tavırlar geliştirmektir...
Bunun yolu da 'diyalog' ve 'uzlaşma'dan geçiyor.
***
Ne var ki, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimlerinin iptalinden sonra yaşanan olaylar tam tersi bir yola girildiğini gösteriyor...
Ülkemizde seçim kampanyalarının klasiği haline gelen polemikler, hakaretler ortada uçuşuyor... Özellikle iktidar yanlısı bir kısım medya mensubu adeta yangına körükle gidiyor...
Ana muhalefet lideri Kılıçdaroğlu'na ve gazeteci Yavuz Selim Demirağ'a karşı yapılan saldırıların faillerine karşı gösterilen hoşgörü ise geleceğimiz konusunda beslenen tüm umutları söndürüyor.
***
Hiç kuşkusuz, toplumumuzda demokrasi kültürünün yeterince gelişmemiş olmasının bu yaşananlarda bir rolü var...
Ancak, son Anayasa referandumu ile siyasal sistemde yapılan değişiklikler de gerilimin artmasına neden oluyor...
Uzlaşma ve diyalog çabalarının merkezi olması gereken parlamentonun yetkilerinin budanmış olması ve iktidarı sürdürmek için yüzde 50 çizgisinin altına düşülmeme zorunluluğunun doğması kutuplaşmayı artırıyor.
***
Bu noktada 23 Haziran'da İstanbul'da yapılacak olan seçimler büyük önem taşıyor...
Unutmayalım ki FETÖ darbesini beceremeyip umutlarını 'turuncu devrime' bağlayan 'müttefiklerimiz'(!), Barkey'in makalesinde de açıkça belirtildiği gibi yeni planlarını uygulayabilmek için insanların seçimlere duyduğu güveni tümüyle yitirmesini bekliyor...
Eğer onların beklentileri gerçekleşirse bu ülkeye çok yazık olur.