Son yazımızda Köy Enstitülerinin 'kurucu babası' İsmail Hakkı Tonguç'a yöneltilen 'komünistlik' suçlamasının neden bu kadar tuttuğu sorusunu sormuş...

Cevap olarak da, 'Devletçilik, günümüzde olduğu gibi o günlerde de 'sağ kesim' tarafından sosyalizm ve komünizm ile özdeşleştirilmiştir' demiştik... Hatırlanırsa, Amerika'da eğitim görmüş 'profesör' unvanlı Başbakanımız Tansu Çiller, 1994 yılında devlet işletmelerinin tasfiye edilmesini amaçlayan 'ekonomik liberalleşme' kararlarını açıklarken, 'Bu kararları alarak son sosyalist devleti yıktık' diye böbürlenmişti!..

30'lu yıllarda ise toplumsal dönüşümleri savunanların temel özelliği 'devletçi' olmaktı, dolayısıyla 'devlete hizmeti şiar edinen bu kesim, kolayca sosyalisit ya da komünist olmakla suçlanabilmekteydi.

***

Anılarını '38 Kuşağı, Cumhuriyet'le Yetişenler' başlığıyla kitaplaştıran Cahit Kayra, Mülkiye'den mezuniyet günlerini anlatırken şunları söylüyor:

'Hiç birimiz kurulu düzenle çatışmadık. Disiplinli memurlar olduk ve Mehmet Emir Erişirgil'in (Mülkiye ya da o zamanki adıyla Siyasal Bilgiler Okulu'nun Müdürü -EG) bize, okulu bitirdiğimiz sırada söylediklerini belki bütün yaşamımız boyunca (bazılarımız ise belki en azından uzun süre) unutmadık:

-Siz devlet memuru olacaksınız. Devlete hizmet edeceksiniz.

Böyle demişti Erişirgil. Bu tarihlerde ne Türk kamuoyunda ne de küçük gruplar dışındaki aydınlar arasında 'bireysellik' konusunun konuşulup tartışıldığını anımsamıyorum. Mülkiyet, bireysellik, hümanizma konularında bize yol gösterildiğini de anımsamıyorum. Biz, Rönesans'ı lisede Leonardo da Vinci, Rafael ya da Michelangelo olarak öğrenmiştik ve orada kalmıştık.

Rönesansın hümanizması, Aydınlanmanın akılcı ve determinist felsefesi konusunda bulanık ve basit bilgilerimiz vardı. Genel dünya görüşümüz ise daha çok (niteliğini iyice irdelemediğimiz) idealist felsefenin etkisi altında oluşuyordu. Atatürk döneminin heyecanı içinde ve Ziya Gökalp'in 'Hak yok, vazife vardır' sloganına inanarak yetişiyorduk.'

***

Kayra'nın üzerinde durduğu 'Devletçilik' akımı o dönem yalnız Türkiye Cumhuriyetinde değil çok farklı dünya görüşlerinin egemen olduğu faşist Nazi Almanyasında ve komünist Sovyetler Birliğinde de revaçtaydı... Zaten Nazi partisinin adının açılımı 'Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi' idi...

Dolayısıyla o yıllarda Türkiye'de faşist Almanya yanlısı 'Turancılar' ile Sovyetler Birliği'ni rehber edinmiş 'sosyalist ve komünist' '38'liler' arasında bir yandan büyük bir mücadele yaşanırken, diğer yandan karmaşık ilişkiler de söz konusuydu...

Örneğin ileride ırkçı ve Turancı kesimin fikir bayraktarlarından biri haline gelecek olan Peyami Safa, 30'lu yılların başlarında Nazım Hikmet'in en yakın fikir arkadaşlarından biriydi...

Sola duyduğu eğilimle tanınan Ceyhun Atıf Kansu, Turancıların önde gelen isimlerinden biri olacak olan Reha Oğuz Türkkan ile birlikte Ankara Gazi Lisesi'nde 'Gürem' adlı bir örgüt kurmuş, daha sonra bütün yaşamı boyunca Atatürkçülüğün en büyük savunucularından biri olmuştu...

Siyasal yaşamına Enver Paşa'nın çevresinde 'Turancı' olarak başlayan, daha sonra Nazım Hikmet ile birlikte Moskova'da eğitim görerek Türkiye Komünist Partisi'nin kurucularından ve yöneticilerinden biri olan, ve nihayet 30'lu yıllarda Kemalizm'i benimseyerek devletin en kritik noktalarında yöneticilik yapan Şevket Süreyya Aydemir'in yaşamı, bu karmaşık ilişkilerin tek bir insan bünyesinde birleşmiş bir 'hülasası' gibidir.

***

Aydemir, hayatını Kemalizme adadığı dönemde 'Kadro' hareketini de örgütlemiş ve bir tür 'Üçüncü Dünyacılık' hareketinin fikri öncülüğünü üstlenmiştir...

Kadro hareketi'ni oluşturanların kendileri de ilginç bir bileşim oluşturuyordu...

Derginin kurucuları arasında 'Tek Adam' adlı eseriyle Atatürk'ün yaşamını bir araştırma konusuna dönüştüren Aydemir'in yanı sıra TKP'nin eski Genel Sekreteri Vedat Nedim Tör, değişik iktidarlar döneminde hep basının önde gelen isimlerinden biri olmayı başarmış Burhan Asaf Belge, Cumhuriyet döneminin ünlü yazarlarından Yakup Kadri Karaosmanoğlu ve Moskova'da iktisat alanında eğitim gören Türk solcularından İsmail Hüsrev Tökin gibi isimler yer alıyordu...

Aydemir, Cumhuriyet Devrimi'nin 30'lu yıllarda 'tamamlanmamış bir devrim' olduğunu düşünüyor ve onu tamamlayacak bir 'kadro'nun oluşmaması durumunda 'günün birinde rejimin oligarşiye kayarak dar bir takım menfaat zümrelerinin aracı haline geleceğini savunuyordu.

(Devam edecek)