30 Ağustos zaferinin devletimiz ve toplumumuz üzerindeki etkilerini ele aldığımız yazılarımız devam ederken Sakarya Meydan Muharebesi'nin 100 yıldönümünü kutladık...

30 Ağustos ile ilgili yazılarımız aynı zamanda Sakarya Meydan Muharebesi ile ilgilidir; çünkü Mustafa Kemal Atatürk'ün de belirttiği gibi 30 Ağustos zaferi aslında Sakarya zaferinin bir devamıdır...

Yunan ordusunun Anadolu içlerine yaptığı seferin uzun erimli amacı Sevr'in hayata geçirilmesi, kısa erimli amacı ise Ankara'da çalışmalarını sürdüren Meclis'in dağıtılmasıydı. Sakarya'da yenilen ve Afyon mevzilerinde savunmaya geçmek zorunda kalan Yunanistan, bu amacına ulaşamayınca hem kendi ülkesinde artan savaş karşıtlığı hem de onu destekleyen emperyalist güçlerin beklentilerine cevap verememesi nedeniyle kan kaybetmeye başladı. Bu kan kaybı sonucu, Afyon mevzilerinde de tutunamadı.

***

Bütün bu süreç, Büyük Zafer sonrasında hızlı bir gelişme dönemine giren Türk ulusçuluğu ve Türkiye'nin toplum yapısını da etkilemiştir...

Son yazımızda Osmanlı devletinin yayıldığı geniş alanda pek çok etnik ve dinsel topluluğun yer aldığını, ana topluluk kendisini 'Türk' değil 'Müslüman' olarak tanımlarken, onun dışında kalan farklı etnik ya da dinsel cemaatlerin devletle ilişkilerini temsilcileri aracılığıyla sürdürdüklerini söylemiştik...

Birinci Dünya Savaşı sonunda Osmanlı devletinin Batılı emperyalistlere teslim olmak zorunda kalması bu etnik ve dinsel cemaatleri İngiltere'nin desteğiyle bağımsız devletçikler kurma yönünde cesaretlendirmişti.

Bu gelişme, özellikle Balkan Savaşında Osmanlı ordularının uğradığı yenilginin ardından Anadolu topraklarında yaşayan Rum ve Ermeni toplulukları da aynı yoldan benzer bir sonuç elde etme yolunda umutlandırmış, bu yönde ilk girişim, Birinci Dünya Savaşı sırasında Ermeni toplumu tarafından yapılmıştı. Ancak Rusya ile savaşan Osmanlı ordusunun cephe gerisinde bazı başarılar elde etmesine rağmen Ermeni çeteleri sonunda yenilgiye uğratılmışlardı.

***

Osmanlı devleti Birinci Dünya Savaşı sonunda ordularını terhis edip Mondros Anlaşmasıyla emperyalist devletlere teslim olunca, bu girişimler daha da arttı...

Birinci Dünya Savaşı sonrasında Osmanlı devletinin elinde kalan stratejik ve ekonomik açıdan önem taşıyan bölgeler, İstanbul ve Boğazlar, İzmir merkezli Ege ve Akdeniz kıyıları, Karadeniz'in liman kentleri, Irak ve Güneydoğu Anadolu bölgesinde petrol yataklarına yakın bazı bölgeler ve Kafkas geçitlerine açılan Doğu Anadolu topraklarından ibaretti...

Sevr anlaşmasına göre bu toprak parçaları da ya doğrudan emperyalist devletler tarafından yönetilecek ya da emperyalist devletlerin güdümünde kurulacak bölgesel yönetimlere devredilecekti...

Böylece Anadolu'nun kendilerini Türk ve Müslüman olarak tanımlayan halkı, güneyden İngiltere ve Fransa'nın denetimindeki Irak ve Suriye, doğu ve güneydoğudan Ermenistan ve Kürt özerk bölgesi, kuzeyden 'Pontus devleti', batıdan ise Yunanistan güdümündeki 'İyonya' ile çevrelenecek ve İç Anadolu bölgesinde yer alan 'Konya çölü'ne hapsedilecekti...

Bu girişime karşı başlatılan Ulusal Kurtuluş Savaşı, Mustafa Kemal Paşa'nın komutasında kazandığı 30 Ağustos zaferiyle yalnız o planları akamete uğratmak ve Anadolu topraklarını kurtarmakla kalmadı, çökmüş olan Osmanlı devletinin enkazı üzerinde modern bir cumhuriyet kurmayı da başardı.

***

Ne var ki, Ulusal Kurtuluş Savaşı, yukarıda anlattığımız nedenlerden ötürü yalnızca Fransız ve Yunan ordularına karşı değil, en başından beri kendilerini yukarıda sözü edilen devletçiklerin vatandaşı olmaya hazırlayan ve emperyalist işgalcileri 'kurtarıcıları' olarak gören Hıristiyan azınlıkları da hedef almıştı...

Bu doğaldı, çünkü yaklaşık 200 bin askerden oluşan işgalci Yunan ordusunda kendilerini Anadolu'da kurulan sözde özerk 'Rum devleti'nin vatandaşı olarak gören 35 bin 'gönüllü' yerli Rum yer almaktaydı...

Bu insanlara destek veren ve onları örgütleyen kilise çevrelerini, ticari çevreleri, geride bıraktıkları aileleri ve yakınlarını da hesaba katarsak, yüzbinlerce Hıristiyan Rum, resmen Yunan ordusu saflarında yer almasa da onun zaferi için 'dişiyle tırnağıyla' Ankara Hükümetine karşı savaşmıştı. Bu insanlar, Yunan ordusunun yenilgiye uğraması durumunda 'soydaşlarının' yaptıkları katliamlara verdikleri destekten ötürü 'savaş suçlusu' durumuna düşeceklerini ve Anadolu topraklarını ebediyen terk etmek zorunda kalacaklarını biliyorlardı.

(Devam edecek)