100 yıl önce hilafet kurumu lağvedildi. Modern bir toplum yaratmak isteyen Mustafa Kemal Atatürk öncülüğündeki Cumhuriyet kadroları, önce saltanatı kaldırıp Cumhuriyet’i ilan etti, ardından “Allahın yeryüzündeki temsilcisi” konumundaki halifelik makamını sonlandırdı, medreseleri kapattı. 3 Mart 1924 tarihinde alınan bu kararla padişaha kulluk yerine yurttaşlık kavramı öne çıkarıldı, sonraki süreçte gerçekleştirilen laik reformlarla da pek çok yenilik hayata geçirildi. Bunların içinde özellikle kadın-erkek eşitliğini sağlayan, kadını ekonomik ve sosyal hayata dahil eden Medeni Kanun başta olmak üzere daha pek çok yenilik, Osmanlı İmparatorluğu’nun geleneksel yapısı dikkate alındığında çok önemli devrimler idi.

 Ne var ki, söz konusu yenilikleri toplumun muhafazakar kesimleri pek de hazmedemedi. Öyle ki, Kurtuluş Savaşı’nda yekvücut olan, çetin koşullarda gerçekleştirilen bir mücadeleyi birlikte omuzlayan kadrolar arasında bile saltanatın ve hilafetin kaldırılması konularında derin ayrılıklar, çatışmalar yaşandı. Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’yla başlayan bugün AKP ile devam eden bir siyasal gelenek, özünde saltanat ve hilafet taraftarlığını hep korudu.
Toplumlar her zaman ileriye gitmez bazen de geriye gidebilirler ki, bugün bir ruh çağrılması durumundan bahsedebiliriz. Aradan geçen bir asırlık zamana rağmen, yurttaşlığı içine sindiremeyip kullukta keramet bulan, katılımcı bir demokrasiyi savunmak yerine bir ailenin veya bir zümrenin egemenliğini meşru gören bir kitle var ve bu kitle her geçen gün ortamın çok elverişli olduğu düşüncesinden hareketle açıkça şeriat ve hilafet istiyor. Adım adım Cumhuriyet’i tasfiye eden AKP iktidarı, izlediği stratejik tutumla bu talepleri dillendirmiyor gözükse de fiili olarak ortamı uygun hale getiriyor.

 Bugün artık eğitimin birliği yasasından bahsetmek abesle iştigal… 4+4+4 düzenlemesiyle başlayan eğitimin dinselleştirilmesi amacında AKP, çok kayda değer mesafeler aldı. İmam hatipliler için gündeme getirilen “katsayı” istismarı bambaşka noktalara ulaştı ve bütün okullar imam hatipleştirildi. Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin’in de açıkça söylediği üzere STK denilen aslında her biri bir tarikat ve cemaat örgütlenmesi olan yapılar, eğitimin parçası haline getirildi. Ki, o cemaatlerin bir kısmı Afganistan’ı su yoluna çevirdi ve Taliban’la birlikte ortak projeler geliştiriyor.  Yani, İsmailağa cemaati üzerinden Taliban, okullara girdi bile.

 Bugün eğitim kurumlarında öğretmenlerin karşısına dikilenler, şeyhlerdir, şıhlardır, imamlardır. Okullar, okul olmaktan çıkıp adeta cami haline getirilmiştir.  Şerif Mardin, Cumhuriyet’in imamı değil öğretmeni tercih ettiğini belirtir ki, bir asır sonraki tabloya bakılırsa rövanş alınmış, öğretmenler imamlara yenilmiştir.
Diyanet İşleri Başkanlığı’nın faaliyetlerini anlatmaya ise sayfalar yetmez. Din hizmetlerini yapmakla yükümlüdür ama son yıllarda faaliyet alanı da çeşidi de artmış, ümmet inşası için Somali’den Peru’ya, Afganistan’dan Balkanlara kadar çok geniş bir coğrafyada Erdoğan liderliğinde bir ümmet oluşturma ve hilafet kurma peşindedir.

 
Adliye koridorlarında “şeriat isteriz” sloganları atılması karşısında kılını dahi kıpırdatmayan siyasal İslamcı iktidar, fiili olarak hayata geçirmeye çalıştığı sultanlık ve halifelik sisteminin adını şimdilik koymuyor. Ama hiç tartışmaya gerek yok; niyet budur. Nitekim ikide bir “yeni müfredat” deniliyor, “yeni anayasa”dan bahsediliyor. Lakin, bu iş sanıldığının aksine o kadar kolay da gözükmüyor. Çünkü, hilafetin kaldırıldığı 3 Mart’ta, laikliğe sahip çıkan yeni bir toplumsal muhalefetin oluştuğuna dair çok sayıda eylem vardı.