Kışı daha yarılamadık bile ama, şimdiden yazı özledik.
Bir yaz gelse, havalar ısınsa diye dua eder oldu millet.
Havaların buz kesmesinden değil, faturaların el yakmasından…
Yoksa kar, başkent halkına doğru dürüst yüzünü bile göstermedi.
Ankara'nın ayazı da öyle.
Nerede o eski karlar?
Nerede o eski ayazlar?
İnsanlar çaresiz.
Aşağı tükürsen sakal yukarı tükürsen bıyık misali.
Bir yanda, soğuk havaların zorunlu harcaması olan ısınma giderlerinin astronomik zamlar yüzünden aile bütçelerine getirdiği yük…
Öte yanda, kar suyuna hasret tarlalar, barajlar…
İnsafa gelip dar gelirli kesime soluk aldıracak bir düzenlemeden söz eden yetkili bir ağız da olmayınca, çaresizlik, insanların daha az harcama gerektiren yaz aylarına olan özlemini kamçılıyor.
Yaza özlem deyince de akla kentin cennet köşeleri geliyor.
Kuğulu Park mesala…
Küçük ama şirin…
Asırlık ağaçların gölgesindeki banklarda oturup, art arda dizilmiş kuğuların havuzda süzülerek yüzmelerini izlemenin doyumsuz keyfini düşlemek bile insanın yüreğini ferahlatıyor.
Parkın bir köşesinde bulunan kafeden yapılan çay servisi de o ferahlığı pekiştiren sihirli bir dokunuş oluyor.
Sonra Eymir ve Mogan göllerini anımsıyor insan.
Dikmen Vadisi, Altın Park, Botanik ve Seğmenler parkı geliyor akla.
Ankara'nın baharı doyumsuz olur…
Ne fazla sıcak,
Ne de fazla serin.
Ya kışları?
Soğuktur, serttir ama,
Ona da sözümüz yoktur…
Hele kar da yağmış, kent beyazlara bürünmüşse…
Ama bir de…
Bir de şu faturalar olmasa…