Trump'ın skandal tweeti ortalığı karıştırdı...

Bir ülkenin başka bir ülkeyi şu ya da bu gerekçeyle 'ekonomik açıdan seni yıkarım' diye tehdit etmesi dünyada benzeri pek görülmemiş bir olay...

Ne var ki, söz konusu olan kişi Trump olunca insanlar artık hiçbir şeyi şaşkınlıkla karşılamıyor!

***

Elbette tehdide maruz kalan bir ülke olarak bu tür davranışlara tepki göstermeliyiz...

Ancak, olayın düşündürücü yanları olduğunu da görmezden gelemeyiz...

Düşünmemiz gereken konuların başında ise nasıl olup da böyle bir tehdide maruz kalabildiğimiz geliyor.

***

Trump'ın ülkemizi özellikle ekonomik yönden tehdit edebilmesinin altında yatan sebep nedir?...

Tabii ki ekonomimizin içinde bulunduğu 'hassas durum'...

Tabir caizse tam anlamıyla borç batağına sürüklenmiş durumdayız...

Burada rakamları art arda sıralamaya gerek yok...

Sıcak para akışının kesilme noktasına geldiğini, ekonomideki dolarizasyonun had safhaya ulaştığını, borcu borçla ödeme politikasının duvara dayandığını, sanayi üretiminin gerilediğini, reel sektörün dolar cinsinden borcunun faizini bile ödemekte zorlandığını herkes biliyor.

***

Trump'a bu sözleri etme cesaretini veren yakın geçmişte yaşanmış bazı olaylar da işin cabası...

Hatırlanacağı üzere geçen yılın Ağustos ayında Türkiye ile ABD arasında 'Brunson krizi' yaşandığında ABD Başkanı Trump'ın Özel Güvenlik Danışmanı John Bolton 'Brunson'ı verin kriz bitsin' demiş, rahip serbest bırakılmayınca dolar fırlayıp gitmiş, sonunda olay bir şekilde çözümlenmeden gerilememişti...

Unutmayalım ki, bu 'operasyonu' yapanların büyük bölümü Trump'ın başkanı olduğu ülkenin mali çevreleriydi.

***

Son olay nedeniyle üzerinde düşünmemiz gereken bir diğer konu da şu durmadan yinelenen 'stratejik müttefiklik' konusu...

Bilindiği gibi Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, skandal tweet üzerine yaptığı açıklama sırasında 'Stratejik ortaklar Twitter üzerinden konuşmaz' ifadesini kullandı...

Gerçekten doğru!.. Ama eğer onlarca kez bu uyarı yapıldığı halde 'ortağınız', ısrarla bu tarzı sürdürüyorsa bundan ne sonuç çıkarmanız gerekir?

***

Bu sorunun cevabını verebilmek için işe 'stratejik ittifak' tanımının kendisinden başlamakta yarar var...

Herkesin bildiği gibi 'stratejik ittifak', iki ülkenin uzun vadeli hedefler için oluşturduğu türden ittifaklara verilen addır...

Dolayısıyla iki ülke arasında stratejik türden bir ittifak kurulabilmesi için taktik ittifakların üzerinde şekillendiği 'konjonktürel' koşullar dışında uzun vadeli hedeflerin uyumlu olması şarttır.

***

Türkiye'nin yakın geçmişine bu açıdan baktığımızda baktığımızda ilk stratejik ittifakın Birinci Dünya Savaşı öncesinde Türkiye ile Almanya arasında kurulduğunu söyleyebiliriz...

O dönemde İngiltere ve Rusya, aralarındaki rekabete son vererek 'hasta adam' adını verdikleri Osmanlı devletinin parçalanması için anlaşmışlar, bunun üzerine İttihat ve Terakki hükümeti, ülkeyi bir bütün halinde tutabilme amacıyla bu ikiliye karşı Almanya ile stratejik bir ittifak kurmuş ve Dünya Savaşına da bu ülke ile birlikte katılmıştı...

Ancak yapılan güç hesapları gerçekçi olmadığı için bu ittifak yenilgiye uğramış ve Osmanlı İmparatorluğu tarihe karışmaktan kurtulamamıştı.

***

Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulduğu günden İkinci Dünya Savaşı sonuna kadar izlediği politika daha farklıydı...

O dönemde geçmişten alınan dersle 'büyük devletler' ile stratejik ittifak kurma peşinde koşulmayıp bağımsızlık esas alınmış ve bu sayede ülke, 60 milyondan fazla insanın canına mal olan ve bir çok ülkenin parçalanmasına yol açan İkinci Dünya Savaşı adı verilen felaketin dışında kalmayı başarmıştı...

Ne var ki, o savaş sonunda dünya biri 'kapitalist' diğeri 'sosyalist' iki kampa ayrılınca Türkiye de 'ittifaklar dışı kalma' politikasını sürdürememiş ve ABD'nin başını çektiği kampa katılmıştı.

***

O dönemde bu ittifak, yine de bir anlamda 'stratejik' olma özelliği taşıyordu...

Neticede, Türkiye kaderini ABD ile birleştirmiş, onun kurduğu ekonomik ve askeri örgütlere katılarak 'Sovyet kampını' düşman olarak belirlemişti...

Öyleyken arada 'dostluk' eksikti... Eğer o dönemde bu iki kamp arasında bir nükleer savaş çıksaydı, Küba krizinin de ortaya çıkardığı gibi Türkiye kendisine verilen görev gereği Sovyetler Birliği'nin nükleer füzelerine hedef olacak ve yaptığı tercihin bedelini acı bir şekilde ödeyecekti.

(Devam edecek)