Saraçoğlu Mahallesi'nin o yıkık-dökük halini görünce içim sızladı…
Rengi solmuş binalar, korku filmlerinin ürkütücü sessizliğini anımsatan sokaklar bani yıllar öncesine uzanan bir zaman yolculuğuna çıkardı.
Bir film şeridi gibi gözlerimin önüne dizildi gençlik yıllarımın yaşanmışlıkları;
Mahallenin simgesi haline gelen birinci, ikinci ve üçüncü caddelerde birbiri ardına sağlı-sollu dizilen palamut ağaçlarının gölgesinde kalan bahçe duvarlarının üzerine çöreklenip, mahalle sakinlerini canından bezdiren haytalık planı arayışları…
Namık Kemal Ortaokulu'nun bahçesiyle sınırdaş alanda yapılan caddeler arası futbol maçları…
Üçüncü Cadde'nin girişindeki Afşin Bakkaliyesi'nden parası sonradan ödemek üzere alınan ve tahsilatını unutturmak için akıl almaz cinliklere başvurulan ama bunda bir türlü başarılı olunamayan dondurmaların doyumsuz tadı…
Duvar sohbetlerinde konu sıkıntısı çekilen zamanlarda, ''cadde''den geçen yabancı yaşıtlara laf atıp, kavga çıkarmak için fırsat kollamalar…
Ne güzel günlerdi…
Ne sağlam dostluklardı…
Zaman, yaşlı binaların rengi gibi arkadaşlıkları da soldurdu…
Kalmadı şimdilerde o dostluklar…
O içtenlik, o sevgi…
Anılar direniyor bir tek…
Solgun binalar gibi…
Örneğin bizim Yaşar…
Unutmak mümkün mü Yaşar'ı…
Gün ağarıncaya kadar yaşanmamış maceralarını dinlediğimiz Yaşar'ı…
Palavra Yaşar'ı…
Hani bir keresinde yarış atı aldığını, atının katıldığı bir koşuda üçüncü olduğunu söylemişti de çaktırmadan gülmüştük saatlerce…
Meğer doğru söylemiş yaşar…
Belki ilk doğrusuydu bu Yaşar'ın…
Sonradan duyduğumuza göre atı dediği gibi üçüncü gelmişti…
Ama bize yarışta sadece üç at koştuğunu söylememişti.
Saraçoğlu sayfaları sararmış kitap gibidir…
Anılarla dolu…