Yaşımız 70'e doğru ilerlerken tanıdık akranlarımızın ölüm haberleri ard arda gelmeye başladı...
Gençliğimiz, 12 Mart ve 12 Eylül gibi oldukça "vukuatlı" dönemlerde geçmişti...
O zamanlar da arkadaşlarımızın ölüm haberlerini alırdık...
Ama onların ölümleri doğal ölümler değildi...
O yıllarda esen "filizkıran fırtınası"nın yol açtığı hasarlardı.
***
Gazetecilikteki meslek hayatımın en unutulmaz günleri yöneticiliğini yaptığım Siyah Beyaz gazetesinde geçti...
Talihsiz bir gazeteydi ve hiçbir dönemde çok satmadı...
Bir noktada dağıtımın bitmemiş sözleşmeyi feshetmesiyle şanssızlığını kırma şansı da kalmadı...
Ama gerçekten de özellikle Ankara basın yaşamında her biri kendi alanlarında iz bırakan bir çok gazetecinin çalıştığı ve kendisi de basın tarihinde olumlu iz bırakan önemli bir gazeteydi...
Hasan Uysal'ın adını "Akbulut Fıkraları" kitabından ve SHP'nin basın danışmanlığı döneminde yarattığı "Hasan vakası"ndan dolayı duymuştum...
Şahsen tanışmamız ise Siyah Beyaz'da birlikte çalıştığımız dönemde oldu.
***
Hasan'ı çalışırken pek göremezdiniz...
Çünkü iyi bir muhabir olsa da bunu alışılmış bir şekilde yapmazdı...
İşyerine geldiğinde genellikle bir bilgisayarın başına geçer oyun oynardı...
Akşamlarını Mülkiyeliler Birliği'nde "demlenerek" geçirirdi...
Ama ilginçtir...
Haberlerinin büyük bir bölümü de oradan çıkardı.
***
Geçtiğimiz yıllarda o kadroda çalışan Mustafa Kirman, Behzat Miser ve Filiz Bingölçe'nin erken ölüm haberleriyle sarsılmıştık...
Geçen yıl yitirdiklerimizin arasına Doğan Yurdakul ve Mümtaz İdil de katılmıştı...
En son Hasan'ın ölüm haberi geldi.
***
Bu arkadaşlarımızın tümü kanser ve kalp krizi nedeniyle yaşamını yitirdi...
Gazeteci ölümlerinin büyük bir bölümünün kanser ve kalp krizlerine bağlı olması bir tesadüf mü bilmiyorum...
Ama "stres"in bu iki hastalığın en başta gelen nedenlerinden olduğunu biliyorum.
***
Aslında dış görünüşüne bakıldığında Hasan adı "stres"le ilişkilendirilecek son adam sayılabilirdi...
İçinde çarpıcı bir çelişki taşıyan ve mizaha konu olabilecek hiçbir şey radarından kaçmazdı...
İnsan onun öykülerini okurken ya da dinlerken gülmekten kendini alamazdı...
Ne var ki onu yakından tanıyanlar, anlattığı o gülünç öykülerin bir çoğunun gerçekten onun içini yakan olaylardan kaynaklandığını bilirlerdi...
Öyleyken hiçbir zaman "dışı seni yakar içi beni yakar" türünden tepkiler vermezdi...
***
Hasan bir ara parasız kaldığı için bazı eğlence yerlerinde anılarını anlatmıştı...
O nedenle kendisini "stand up'çı" olarak tanımlayanlar çıkardı...
Ama o bu tanıma karşı çıkar, "anılarını sattığını" söylerdi...
Son zamanlarda ortada pek görünmeyince merak etmiş ve Ege'de bir sahil kasabasına yerleştiğini duymuştum...
Orada bir kalp spazmı geçirmiş ve kalbine "stent" takılmış... Duyduğuma göre kalbine stent takılınca "İşte şimdi 'stand up'çı oldum" demiş.
***
Hasan'ı artık göremeyeceğiz..
Ama onu hep özleyeceğiz...
Kendisine çok yakışan ve yüzünden hiç eksik olmayan gülüşünü hatırlıyorum...
Son yolculuğuna da o gülüşüyle çıktığını düşünmek istiyorum...
"Güle güle" arkadaşım!