Süpermarketin TV reklamını izlerken eskilere, çocukluk günlerime gittim yine.
Annemin, alış-veriş dönüşü elindeki bir çift ayakkabıyı sallayarak sorduğu belki de yüzlerce kez işittiğim o soru geldi aklıma:
''Bil bakalım kaça aldım''
Boşa çıkan birkaç tahminden sonra söylediği rakam karşısında, şaşkınlığımı ''yok artık'' sözleriyle dile getirişimi anımsadım.
''Pazarlık'' bir türlü beceremediğim, aslında pek de hoşlanmadığım bir çekişmedir…
Alış-veriş çekişmesi…
Utanırdım pazarlık yapmaya…
Yalan yok, yapanların bu konudaki becerisini de kıskanırdım.
Onca para verip aldığım bir giysinin aynısının bir baka kişi tarafından neredeyse yarı fiyatına alındığını duymak sinirlerimi bozardı…
İçimden beceriksizliğime kızar, kendime ne küfürler ederdim…
Bir türlü kurtulamadım bu huyumdan…
Geldik bugünlere aynı tas, aynı hamam…
Satıcı ne derse o…
Elliyse elli,
Yüzse yüz…
Oysa şu günlerde ne çok gereksinim duyuluyor bu meziyete…
Adam, mağazanın vitrininde sergilediği cekete bin lira istiyor…
El insaf…
Enflasyon filan tamam da, daha bir hafta önce aynı ceketin üzerindeki rakam, şimdikinin yarısı kadardı.
Bu ne sürat…
Ah bir becerebilsem pazarlık yapmayı…
Ben onun fiyatını çok aşağılara çekmesini bilirdim ama bizde yok o beceri işte.
Kuzu kuzu alacağız
Hem de, birilerinin, aynı ceketi yarı fiyatına aldığını ya da alacağını bile bile…
Şimdilerde ''Kafana göre takıl'' modası hakim…
Bakkkalda, kasapta, manavda, markette, mağazada, restoranda, pastanede…
Velhasıl akla gelen hemen her yerde…
Fiyatlar katlamış üçe-beşe…
Akşam bindir zammı bindirebildiğin kadar…
Sabah, indirimden dem vurup, reklamını yap…
Annelerin pazarlığı da işe yaramıyor artık…
Biz mi?
Biz zaten yandık…