Önceki yazımızda neo-liberal politikaların Avrupa ülkelerinde ekonomik eşitsizliklerin artmasına yol açtığını ve bu süreçten en çok 'orta direk' olarak tanımlanan orta sınıfların etkilendiğini söylemiş, Almanya, İngiltere, Hollanda, İspanya, İtalya, Çekya gibi ülkelerde hükümetlerin ekonomik politikalarına karşı grevler ve gösteriler hızla yayılmasının bu olgunun doğurduğu bir sonuç olduğunu sözlerimize eklemiştik...

Örnek olarak da, Avrupa'nın en gelişmiş ülkelerinden biri olarak kabul edilen İngiltere'de hava yolu taşımacılığı sektöründeki ağır çalışma koşullarını protesto etmek için işçilerin başlattığı greve Lufthansa, Ryanair, EasyJet gibi önemli hava yolu şirketlerinin çalışanları ve pilotları da iştirak etmelerini, ardından Londra'da otobüs şoförleri ve metro çalışanlarının greve katılmalarını vermiştik...

Bu grev dalgası, İngiltere'de Başbakan Boris Johnson'un uzun süredir izlediği neo-liberal politikaların doğurduğu bir sonuçtu ve onun hükümetine bir nokta koydu. Peki, yeni Başbakan Liz Truss, bu olup bitenlerden bir ders çıkarabildi mi?..

Tam tersine, Truss ilk iş olarak neo-liberal ekonomi politikalarını devam ettirme kararı aldı ve 'yeşil vergiler'i kaldırarak devletin kasasından 100 milyar sterlini enerji şirketlerinin kasasına aktardı...

Ardından orta direğin ve alt gelir gruplarının ağzına bir parmak bal çalmak amacıyla ev hanelerinin yıllık elektrik ve doğal gaz faturalarının, 2 bin 500 sterlin ile sınırlandırılacağını, aradaki farkın devlet tarafından ödeneceğini açıkladı...

Ana muhalefet partisi konumunda bulunan İşçi Partisi bu planı eleştirerek, ' Karları halihazırda yüzde 100 artan enerji devlerine para vermek doğru değil. İki yıl içinde en az 170 milyar sterlin daha kar edecekler. O şirketlere vergi konulmalı. Masraflar halkın vergisiyle değil, şirketlerin ve zenginlerin parasıyla karşılanmalı.' açıklamasını yaptı.

***

İngiltere'deki İşçi Partisi iktidardaki Muhafazakar Parti'nin aldığı kararları eleştiriyor ama Avrupa'da ister muhafazakar isterse sosyal demokrat olsun siyasetteki ana aktörler iktidara geldiklerinde benzer politikalar izliyorlar...

Bunun en başta gelen nedeni, toplumda neo-liberal politikalara karşı tepkiler gelişse de bu politikaları oluşturan ve muhafızlığını yapan ABD'nin Avrupa ülkeleri üzerindeki hegemonyasının kırılamaması...

Bu hegemonya, neo-liberal ekonomi politikalarına karşı alternatif bir model geliştirilmesini engelliyor.

***

Bu noktada savaş ve ekonomi arasındaki bağ ortaya çıkıyor...

Ekonomik sorunlarına çözüm üretemeyen kapitalist sistem, eninde sonunda bu sorunları savaş yoluyla çözme arayışına giriyor. Ancak bu arayış, çoğu zaman beklenenin tam tersi sonuçlar doğuruyor; savaş daha fazla sıkıntı, daha fazla yıkım ve daha fazla eşitsizlik yaratıyor...

Tıpkı, Arap Baharı ve Ukrayna savaşlarında olduğu gibi!

***

ABD'nin bölgedeki hegemonyasını güçlendirmek amacıyla tezgahladığı 'Arap Baharı' operasyonu sırasında Libya ve Suriye'nin ekonomileri yıkılmış, Mısır, Tunus, Bahreyn ve Yemen de operasyon nedeniyle büyük zararlara uğramıştı. Operasyon başladığında 90 dolardan satılan Londra Brent tipi ham petrolün varil fiyatı ayaklanmalarla birlikte hızla artarak 130 dolar seviyesini görmüş, bu durumdan büyük petrol şirketlerinin yanı sıra Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Suudi Arabistan ve Kuveyt gibi petrol üreticisi ülkeler çıkar sağlamıştı.

Ukrayna savaşının ardından Avrupa ülkelerinin ABD'nin 'kuyruğuna takılarak' Rusya'ya uyguladıkları yaptırımlar da ters teperek Avrupa ülkelerinde benzer bir durum ortaya çıkardı...

Yaptırımlara misilleme olarak Rusya'nın Avrupa'ya doğalgaz akışını kesmesi sonrası yaşanan belirsizlik nedeniyle Avrupa ülkelerinde doğalgaz ve gıda fiyatlarında büyük sıçramalar görülürken, Rus enerji şirketi Gazprom'un Başkanı Miller, şu sıralar bin metreküpü 3 bin dolar civarında seyreden doğalgaz fiyatlarının kış döneminin zirvesinde 4 bin doları aşabileceği uyarısında bulundu.

(Devam edecek)