Geçtiğimiz günlerde Sovyetler Birliği'nin son devlet başkanı Mihail Gorbaçov hayatını kaybetti...

Gorbaçov'un devlet başkanlığına geldiği dönem, ABD'nin dünyaya enjekte ettiği 'neo-liberal' ekonomik doktrinin hızla yayıldığı bir dönemdi...

Gorbaçov'un öldüğü şu günlerde ise bu doktrin dibe vurmuş bulunuyor.

***

Neo-liberal akım, İkinci Dünya Savaşı sonrasında Sovyetler Birliği'nin ve sosyalist partilerin güç kazanmasının ardından emekçilerin ekonomik ve demokratik haklarının sınırlarının genişlemesine, devletin sosyal güvenlik politikalarının yaygınlaşmasına, bunun sonucunda 'refah devleti' adı verilen uygulamaların gündeme gelmesine bir tepki olarak doğmuştu...

Bu tepki, Gorbaçov/Yeltsin ekibinin kendisini bir 'işçi devleti' olarak tanımlayan Sovyetler Birliği'ni dağıtması, bu olayın ardından Avrupa'nın güçlü komünist ve sosyalist partilerinin dağılması sonucunda, onu yaratanların umduğundan da hızlı bir biçimde yaygınlaşarak ABD'nin küresel egemenliğinin çimentosu haline geldi...

Türkiye de bu küresel dalgadan etkilendi. IMF ve Dünya Bankası patentli '24 Ocak kararlarının ardından 'sol akımları' ezen 12 Eylül cuntası bu politikaları kurumsallaştırdı. O tarihten bugüne kadar iktidara gelen tüm hükümetler bu politikaları uyguladı.

***

Dünkü yazımızda, Uluslararası Sendikalar Konfederasyonu'nun (ITUC), 2022 yılı raporunda yer alan Küresel Haklar Endeksi'ne göre Türkiye'nin 2022 yılında çalışanlar için en kötü 10 ülkeden biri olduğu haberine yer vermiştik...

Neo-liberal politikaların sonucu olan bu 'kötüleşme' durumu yalnızca Türkiye için geçerli olmakla kalmadı. doktrinin 'babası' olan ABD ve onun sadık izleyicileri Avrupa ülkeleri de bu kötü gidişten payını aldı...

O nedenle, ITUC raporunda dünyada yükselen enflasyona ve kötüleşen ekonomik koşullara bağlı olarak tüm dünyada 'İşçi haklarının çöküş halinde' olduğu belirtiliyor,

***

Mesele, işçi haklarındaki çöküşle de sınırlı kalmıyor...

Bu politikalar, toplumda 'orta sınıf' ya da 'orta direk' olarak tanımlanan 'ara kesimleri' de hızla yoksullaştırıyor...

Bunun sonucunda milyar dolarlarla oyun oynayan bir avuç 'plütokrat' ile orta sınıfı da içine alan 'yoksullaşan' kesimler arasındaki uçurum giderek büyüyor.

***

Bu uçurum, dış borçlanma yoluyla transfer edilen kaynakların küçük bir bölümünün yoksul kesime 'yardımlar' yoluyla aktarılması, inşaat vb. üretken olmayan ama rant yaratan sektörlerin ekonomide geçici bir canlılık yaratması, bu canlılık sayesinde yüksek oranlı 'büyüme rakamları' sağlanması gibi yöntemlerle kapatılamıyor...

'Orta direk', gelir düzeyindeki düşüşü genellikle borçlanma yoluyla telafi etmeye çalışıyor... TÜİK'in yayınladığı Gelir ve Yaşam Koşulları Araştırması'na göre 2021 yılında konut alımı ve konut masrafları dışında borç veya taksit ödemesi olanların oranı 5,4 puan artarak %63,7 oldu. 2020'de %59,3 olan hanelerin evden uzakta bir haftalık tatil masraflarını karşılayamama oranı 2021'de %60,8'e yükseldi. Bireylerin %38,3'ü iki günde bir et, tavuk ya da balık içeren yemek masrafını, %33,4'ü beklenmedik harcamaları, %20,5'i evin ısınma ihtiyacını, %62,9'u eskimiş mobilyaların yenilenmesini ekonomik olarak karşılayamadığını beyan etti...

Borcunu ödeyemeyen ve icralık olan vatandaşların sayısı da hızla arıtıyor. İcra dairelerindeki dosya sayısı 24 milyon barajını geçti. Bu yıl 1 Ocak-5 Ağustos dönemini kapsayan 7 aylık süreçte icra ve iflas dairelerine 5 milyon 379 bin yeni dosya daha eklendi. İcra dairelerindeki dosya sayısı ise son bir yılda 1 milyon 466 bin adet artarak 5 Ağustos itibarıyla 24 milyon 53 bine ulaştı.

***

'Orta direk', tanımının en kestirme ölçülerinden biri en azından çalışma dönemi sonunda bir ev ve bir otomobil sahibi olabilmekti...

Günümüzde orta sınıfa mensup normal bir çalışanın, çalıştığı süre içinde veya emekli ikramiyesiyle bir ev ya da otomobil alabilmesi artık mümkün değil...

Borçlanarak alınan ev ve otomobiller ise yukarıda sözünü ettiğimiz icra dosyalarının konusu oluyor.

(Devam edecek)