Önceki yazımızda Ulusal Kurtuluş Savaşı sonrasında daha önce sahip olduğu kapitülasyonlar vb avantajları kaybeden yabancı sermayedarların ülkeden çekilmesi, Osmanlı’dan kalan borç ödemelerinin devam etmesi gibi nedenlerden ötürü sanayileşme için gereken kaynağın ancak ihracat özelliğine sahip ürünlerin üretiminin geliştirilmesi ve dış satımı yoluyla elde edilebileceğini...
En önemli ihracat ürünlerimizin tarım ürünleri olması nedeniyle bu ürünleri üreten küçük üreticilerin kooperatifler içinde birleştirilmesinin ve bu kooperatiflerin bu yoldan elde edecekleri kaynağın yine kooperatif bünyesi içinde tarımsal sanayi işletmelerine yöneltmesinin zorunlu hale geldiğini...
Bu nedenle 1929 buhranı sonrasında “devletçilik” uygulaması ile birlikte “Zirai Kooperatifler Kanunu’nun çıkarıldığını ve CHP’nin 1931 yılında toplanan üçüncü kongresinde kredi ve üretim kooperatiflerini geliştirmek ve çoğaltmak” hedefinin partinin amaçları arasına konulduğunu söylemiştik.
***
Gerçekten de Türkiye Cumhuriyeti’nin sanayileşme süreci tarımsal sanayi işletmeleri ile başlamış ve devletin oluşturduğu kamu sektörünün desteği ile büyümüş ve gelişmiştir...
Bunun en açık örneği şeker fabrikaları A.Ş.nin kuruluşudur... Türkiye’de ilk şeker fabrikası 1925 yılında Uşak’ta ve Alpullu’da devletin kredilerle desteklediği özel müteşebbisler tarafından kurulmuştu. Devletçilik uygulamalarının başladığı 1933 yılında Eskişehir Şeker Fabrikası ve Turhal Şeker Fabrikası da kurulunca bu dört fabrika 1935 tarihinde Türkiye Şeker Fabrikaları A.Ş. adıyla birleştirildi...
1937 yılında tarım sektörünü desteklemek amacıyla T.C. Ziraat Bankası oluşturuldu. Aynı yıl İzmir İncir Tarım Satış Kooperatifi, İzmir Üzüm Tarım Satış Kooperatifi, 1938 yılında FİSKOBİRLİK kuruldu. 1939 yılında kökleri 1915 yılında kurulan İncir Müstahsilleri Birliğine dayanan pamuk, üzüm ve zeytinyağı kooperatifleri TARİŞ adı altında birleştirildi. Bu üretici birlikleri ürettikleri ürünleri işleyen fabrikalar kurdular ve bunları zaman içinde geliştirdiler.
***
1930’lu yıllarda tarımsal sanayinin önemli merkezlerinden İzmir bölgesinde pamuk tarımının ve hayvancılığın gelişmesine bağlı olarak dokuma ve tekstil alanında faaliyet gösteren fabrikaların sayısı hızla arttı. Nazilli Basma Fabrikası, İzmir Pamuk Mensucat, Kula Mensucat, İzmir Yün Mensucat gibi fabrikaların yanı sıra çırçır fabrikaları, un fabrikaları, konserve, makarna ve bitkisel yağ fabrikaları bu dönemde faaliyete geçtiler.
Bu çabalar İkinci Dünya Savaşı koşulları içinde sekteye uğrasa da savaş sonrasında devam ettirildi. Daha önce de belirttiğimiz gibi 1946 yılında TBMM’de geçirilerek yasalaşan Toprak Reformu Kanunu Türkiye’de tarımı modernleştirme ve üretici birliklerine bağlı tarımsal sanayi işletmelerini güçlendirme projesinin temel unsurlarından biriydi...
Ancak bu tarihten itibaren Türkiye’nin Batı Blokuna angaje olması bu reformun bizzat onu çıkartan İnönü tarafından rafa kaldırılması sonucunu doğurdu. 1948 yılında ABD’nin sözde ekonomik yardım paketi olarak başlattığı Marshall Yardımı, Türkiye’de tarım sektörünün Batı Blokunun ihtiyaçları doğrultusunda şekillenmesi sürecini başlattı.
***
Ne var ki, ABD’nin ve onun politikalarını destekleyen Demokrat Parti’nin (bu parti zaten CHP içindeki liberal ve feodal unsurlar tarafından oluşturulmuştu) kooperatifleşme ve toprak reformu hamlelerini önlemesine karşın 1930’larda başlatılan tarımsal kalkınma ve tarım sektörünün devlet tarafından desteklenmesi hemen sona ermedi...
Bunda “çok partili demokrasi” adı verilen sistemde ülkenin büyük çoğunluğunu oluşturan köylülerin oylarının elde edilmesi faktörü de önemli rol oynadı...
Yine İzmir özeline baktığımızda bu yıllarda çimento, demir-çelik, elektrik ve tekstil alanında sanayileşmenin devam ettiğini Metaş, Çimentaş, Karteks gibi önemli sanayi kuruluşlarının ortaya çıktığını görüyoruz.
***
Bu gelişmeler 1960’lı ve 70’li yıllarda da devam etti...
Bunda İkinci Dünya Savaşı sonrasında Avrupa’nın eksikliğini duyduğu tarım ürünleri ve çeşitli ham madde ihtiyacını karşılamasının da önemli payı vardı...
Ancak 1970’li yılların ortalarından başlayarak dünyanın ekonomik koşullarında petrol krizinin de etkisiyle önemli değişimler yaşandı. ABD tarım ürünleri üretimini artırırken, Avrupa ülkeleri de tarım sektörlerini geliştirerek kendi ihtiyaçlarını karşılamanın ötesinde ihracata başladılar. Bu gelişmelerden Türkiye de etkilendi. Sonuçta, 1980 yılı hem dünya hem de Türkiye açısından bir dönüm noktası haline geldi.
(Devam edecek)