Halil İbrahim Yılmaz üniversite yıllarında altı aylığına gelir Ankara’ya. İlk geldiğinde Akay Caddesi’nde bir yazıhanede kalır. Sivas’ta okuduğu yıllarda Türkiye'de örgütlenmiş bir sivil toplum örgütünün, Üniversiteli Öğrenciler Birliği'nin başkanı olarak gelir buraya. Ancak o, Yahya Kemal’in ‘Ankara’nın en güzel tarafı İstanbul’a dönüşüdür’ savrulmasını yaşamaz. 1998’de geldiği bu kentten kolay kolay kopamaz.
Radyolarda dinlediği Ankara’yla kafasında canlandırdığı Ankara aynıdır aslında. Sabahattin Ali'nin oturduğu bir bank, birkaç bin yıl önce Sezar'ın bastığı bir toprak, Hacı Bayramı Veli'nin yaşadığı yerler… Yaşanmışlıklar heyecanladırır onu. O yüzden kenti dinlemek istediği zamanlarda kaçış noktaları yaratır kendine. Yılmaz ‘O yalnızlık içinde kentin hikayesini anladığını söylüyor. ‘O gözle baktığınızda kaleye, Arslanhane Camii’ne Mimar Sinan'ın kentteki tek eseri Cenab’ı Ahmet Paşa Camii’ne o zaman tedavi oluyorsunuz’ diyor.
Halil İbrahim Yılmaz, 2019’dan bu yana Ankara Kent Konseyi Başkanı olarak görev yapıyor. ‘Bu seyirde herkes kaptan’ sloganıyla yola çıkan Kent Konseyi’nde, ‘ortak aklı’ önemsiyor ve ona göre kentin sorunları için kafa yoruyor. Şimdiye kadar 6 bin 500’den fazla etkinlik yapılan Kent Konseyi’nde iki bin sayfalık bir faaliyet dokumanı oluşturulmuş. 20 bin sayfalık dijital içerik ise Nisan’da yayınlanacak.
Halil İbrahim Yılmaz Kent Konseyi olarak Ankara’yı kitap gibi okuduklarını söylüyor. Yaptıkları çalışmalarda birçok şehre de örnek olduklarını düşünüyor.
Ankara Kent Konseyi Başkanı Halil İbrahim Yılmaz hem konseyin çalışmalarıyla ilgili hem de Cumhurbaşkanlığı adaylık sürecinde Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş’la ilgili www.başkentgazete.com.tr Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Nursel Dilek Manavbaşı’na konuştu.
-Ankara'ya ilk gelişinizden bahsedebilir misiniz? Ankara’da yolunuz nerede, ne zaman kesişiyor?
1975’te Rize’de doğdum, sonra üniversite için Sivas’a gittim. 1998’de Ankara’ya Türkiye'de örgütlenmiş bir sivil toplum örgütünün başkanı olarak geldim. Üniversiteli Öğrenciler Birliği'nin genel başkanı olarak geldim. Türkiye'de o zaman 50’nin üzerinde üniversitede örgütlenmiştik. Politik bir aidiyetten öte üniversite gençliğinin, toplumun sorunlarına ve kendi sorunlarına duyarlılığını örgütleyen bir yapıydı. Altı aylığına gelmiştim bir daha dönüşü olmadı. Tabii ben Yahya Kemal’in ‘Ankara’nın en güzel tarafı İstanbul’a dönüşüdür’ savrulmasını yaşamadım. Ülkenin başkenti, demokrasi çığlığının atıldığı yer altı aylığına istifade edilecek bir yer değildi. Bir ömür kendisine çeken bir ruhu vardı. 6 aylığına geldiğim kentte neredeyse 30 yıla yaklaşan bir aidiyet oluştu.
-Ankara’da ilk nereye geldiniz?
Akay Caddesi’nde bir yazıhanede konakladım.
“ANKARA BİR KENTİN DEĞİL RUHUN ADIDIR”
-O zamanın Ankara'sını buraya gelmeden önce nasıl hayal ediyordunuz?
Çocukluğumda Ankara Radyosu’nu dinleyerek kafamda bir Ankara canlanmıştı. Canlanan Ankara ile gördüğüm Ankara çok farklı değildi aslında. Çünkü kente yeni gelenlerin, kentin kafasını karıştıran sosyolojilerle tanışma fırsatı olmuyor. Yakup Kadri’nin Ankara romanında veya Ankara radyosundaki kısa hikayelerde, TRT'nin posta kutusu adresleri üzerinden ezberlediğimiz semtlerde, Arı Stüdyosu’ndaki şarkıların arka planında kafamızda canlandırdığımız mahallelerle gördüğüm aynıydı aslında.
Tabii bir de Türkiye'deki neredeyse beşeri sermayenin yoğun olarak kullandığı bir kent aklınıza geliyor. Türkçe'yi düzgün kullanan radyo spikerleri üzerinden, kentteki herkesin düzgün Türkçe konuştuğuna dair bir kanaat oluşuyor. Hacettepe, Ankara Üniversitesi ve birçok üniversite Anadolu'daki bütün insanların tedavi merkezleri olarak kafanızda canlanıyor. Biz Ankara'yı bir tedavi merkezi olarak görüyoruz. Yetişkin bireylerin büyük hastalıklarını, çözülemeyen Anadolu'daki hastanelerin umududur Ankara. Kamudaki kazanımların çözülmemesi durumunda bu haklı talebinin merkezidir Ankara. Ancak kutsal sorunlarda parlamentoya sığınacağı zaman demokrasinin çalıştığı yerdir Ankara. Çocukluktan bu yana hayata dair her sorunun çözüm merkezidir Ankara. O yüzden bilinçaltında bir kente gelmiş gibi hissetmedim. Ankara bir kentin değil ruhun adıydı bana göre.
“BİNLERCE YILI GÖRDÜĞÜM BİR YERDİR ANKARA”
-Peki 30 yıldır bu şehirde yaşayan biri olarak, ‘Ankara bir kentin değil ruhun adıdır’ dediniz. Sizin ruhunuzun dinlendiği yerler neresi Ankara’da?
Yol arkadaşlarım var bana eşlik eden onlardan ayrı tek başına çok giderim. Bazen bunalırım, minik bir beyaz yalanla kaleye sığındığım olmuştur. O yalnızlık içinde kentin hikayesini anlıyorsunuz. O gözle baktığınızda kaleye, Arslanhane Camii’ne Mimar Sinan'ın kentteki tek eseri Cenab’ı Ahmet Paşa Camii’ne o zaman bir tedavi oluyor orası.
Beni en çok etkileyen şey yaşanmışlıktır. Bugün Gençlik Parkı’nın tam ortasına sığınma nedenimde bu. Mekanlar, cam tavanlar, avizeler, lüks şatafat alüminyum cepheler heyecanlandırmıyor, yaşanmışlıklar heyecanladırıyor. Yani Sabahattin Ali'nin oturduğu bir bank, birkaç bin yıl önce Sezar'ın bastığı bir toprak, Hacı Bayramı Veli'nin ‘Nagehan ol şara vardım/ Ol şarı yapılır gördüm/ Ben dahi bile yapıldım/ Taş u toprak arasında.’ diyerek yapılanmayı kent aidiyeti ilişkilendirdiği bir Ulus ve oradaki yaşanmışlıklar heyecanlandırıyor.
Ankara’da gezerken bir ruhun içine giriyorsun. O zaman o bölgeleri gezdiğim zaman kayboluyorum. Devlet Tiyatroları'nın önünden geçerken Türkiye'nin en şöhretli sanatçıların sahne aldığı bir binayı görüyorsun. Milletvekilleri, bakanlar, başbakanlar. Atatürk’ün Ulus'tan Çankaya Köşkü'ne kadar her gün seyreden bir kurucu liderin baktığı her açı heyecanlandırıyor. Pembe Köşk heyecanlandırıyor. Celal Bayar Köşkü, oradan yürüyerek Tunalı Hilmi caddesi oradan Kuğulu Park içerisi sizi heyecanlandırıyor.
Sizden daha önce o kuğulara bakmış binlerce hikaye düşündüğünüz zaman orası sadece bir kuğu, parkta sadece bir park olmuyor. Yani yeni yapılmış kuleler, imar rantlarıyla beraber kentin geleceğine çöken organize suç örgütlerinin diktiği binalar heyecanlandırmıyor beni. Beş dakika içerisinde binlerce yılı gördüğüm bir yerdir Ankara.
-Ankara Kent Konseyi’nin kurulma aşaması nasıl oldu? Bir Ankara sevdası mıydı size kent konseyini açmanızı sağlayan?
Rize'den Sivas'a göçerken yüzde birlik dilimle üniversite kazanacak durumda değildim. Belki iyi bir üniversite hazırlığım yoktu; ama Anadolu’yu tercih etme nedeniyle Ankara'ya gelme nedenim aynıydı aslında. O dönemde etkilendiğim bir politikacının (Muhsin Yazıcıoğlu) cümleleri, çokluk içindeki birlik çağrısı, hepimiz aynı kilimin desenleriyiz diye koyduğu metinler beni etkilemişti. Partisine aidiyetten ziyade, cümlelere aidiyeti beni etkilemişti. Parti aidiyeti oluşmadı bende ama kişi aidiyeti oluştu. 12 Eylül'den önce kamplaşmış bir toplumun çocuklarının, sokaklarda birbirlerinin gırtlağını kestiği bir kaos ortamından sonra, Ulucanlar Cezaevi’ndeki hücrelerde anneleri birbirine benzeyen çocukların birbirlerini gırtlaklamasının anlamsızlığını sorgulaması beni çok etkilenmiştir. O da vatan diyordu bende vatan diyordum. Aynı şeyleri söylediğimz halde neden diyalog kuramadık. ‘Kavganın, kamplaşmanın olduğu yerde müzakere olmaz’ lafını duyduğum zaman çok etkilenmiştim. O etkilenmeden dolayı da aslında Ankara’ya geldim. O liderin çağrısıyla...Üniversiteli Öğrenciler Birliği’nin kurulmasını o rica etmişti.
ü
-Neydi Üniversiteli Öğrenciler Birliği’nin amacı?
O dönemde Dedeman Otel'de parti genel başkanlarının katılımıyla ‘Genç Türkiye Açılım Projesi’ni’ çalışmıştık. Farklı disiplinlerdeki insanların hepsinin aynı anda toplandığı bir hikâyeyi, 25 yaşında organize etmiştim ve orada çokluk içinde birliği görme fırsatımız olmuştu. Tartışmalı konulara girmeden, ideolojik bir dil kullanmadan, üç kuşağın bir arada yaşamasından tutun, boşanma oranlarını, batıda kilisenin aileyi desteklenmesinden, doğum oranlarının artmasına, üniversite eğitiminden kent yoksulluğuna kadar onlarca konuyu konuşurken çokluk içinde birlik çağrısı yapmıştık. Ankara tüm hikayemizin yenilendiği bir yerdi.
“KENT KONSEYİ BU ŞEHRİ BİR KİTAP GİBİ OKUDU”
-Bunda da rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu'nun önemli bir yeri var anladığım kadarıyla..
Farklı kesimlerle diyalog kurma özgüveninden etkilendiğim kişilerden biridir. Politik olarak parti olarak demiyorum. Siyasi partiler heyecanlandırmıyor beni. Hikayelerinden etkilendiğim politikacılar heyecandırıyor beni.
Yüzde 60 oy aldıktan sonra kalan ‘Yüzde 40’ın aklına ihtiyacım var’ diyen Mansur Yavaş’ın öz güveni beni etkiliyor. Amerika'da okuyan babasından deri ceket isteyen Erdal İnönü'ye mektup yazarak ‘Sen bunu benden nasıl istersin bir memur bu parayı nasıl öder?’ diyerek şatafattan uzak bir ahlak dersi veren İsmet İnönü'den etkilenme nedenimde bu.
-Ne zaman kuruldu Ankara Kent Konseyi?
2005 yılında Belediye Kanunu’nda olmasına rağmen Ankara'da 2019'a kadar kurulmaması ve toplumun her kesimini görme arzusunu kent yöneticileri tarafından duyulmaması beni heyecanlandırmış olabilir. Bugün 3 bin 100 kurum kuruluş, 52 çalışma grubu, 13 meclis, 48 alt çalışma grubu mevcut. Halk evleriyle, KADEM’in aynı masa etrafında, kenti konuştuğu bir yapıdan bahsediyorum. Hayatın doğal akışı dışında tesadüfen bile bir araya gelmediği, önyargılarını tedavi ettiği bir şifa hane burası. Ve bu güçten dolayı 150 binden fazla birey kentin en değerli beşeri sermayesi aklı, izanı, ufku olan insanlar bir tek delikli kuruş bütçe istemeden kente dair bütün hikayesini gelecek kuşaklara aktaracak bütün deneyimini içerik olarak bu binada aktardılar ve bunlar bir politikaya döndü ve yüzlerce tavsiye kararı oldu. Ondan dolayı Kent Konseyi tüzel kişilik olarak bu kenti bir kitap gibi okudu. Tüm insanları bir şarkı gibi, türkü gibi dinledik önyargısız ve yöneticilere mesajlarımızı şiir gibi aktarmaya çalıştık. Ortak aklın hikayesi burada yeniden vücut buldu. Ondan sonra dedik ki bu seyirde herkes kaptan.
-Ankara Kent Konseyi’nin başka bir örneği daha var mı?
Türkiye’de 200 Kent Konseyi var; ama bu etkide bu güçte bu etkileşimde yok. Burada birçok siyasetçi gelip deneyimlerini paylaşıyor. İnsanlar buraya gelirken bir politik mabede gelmiş gibi hissetmiyorlar siyaset üstü bir yer burası. Türkiye'de sivil toplum gelişmedi devlete, bütçeye, güce el açmadan hayatını devam ettiremeyen yapılara sivil toplum kuruluşu denir. Devlete, güce, kudrete ne kadar yaklaşırsanız sivil olma gücünüzü kaybedersiniz. Biz tam tersi kudreti devletten alıp üyelere baskı kurmaya çalışan bir sivil hayatı örgütlemeye çalışıyoruz.
-Neler yapıyorsunuz Ankara Kent Konseyi’nde?
Birçok alanda çalışma gruplarımız var. 6 bin 500’den fazla etkinlik yaptık burada. İki bin sayfalık bir faaliyet dokumanı oluşturduk. 20 bin sayfalık dijital içerik bunu da Nisan’da yayınlıcaz.
“ANKARA’DA TOPLU TAŞIMA KÜLTÜRÜ AZ”
-Ankara’yla ilgili sorunlarında masaya yatırıldığı bir yer burası. Nedir Ankara’nın temel sorunu sizce?
Ankara’nın birinci sorunu kamplaşmaktı. Bu kısmen sağlandı. Depremden sonra artan nüfusla beraber ulaşım ve trafik sorununun çözülmesi gerektiğine dair kanaat oluştu. 6 milyonluk kentte ortalama 2.7 araç var. Toplu taşıma kültürümüzü arttırmamız gerekiyor. Çarpık kentleşme, ulaşım, kentsel yaşam kalitesi, kütüphanlerinden çok cezaevleri daha çok dolu olan bir kent tartışma konularımız bizim. Aile yapısı, boşanma oranları. Yani Ankara’da üç bireyden biri boşanıyor. Nüfus artış hızı bir onda üçe düştü. Bu üretimin yok olması demektir. Dolayısıyla bundan yüzyıl sonra İHA’yı SİHA’yı konuşacak bir ülkenizin olmayacağı anlamına geliyor. Yüzde 55’i tarım arazisi olan bir kentte, sağlıklı beslenmek, kırsalı harekete geçirmek tarım üretiminden savunma sanayiine kadar değerli olduğunu gelecek kuşaklara anlatmak gibi onlarca konu olmazsa olmazımız.
-Trafik en belirgin sorunlardan biri olarak göze çarpıyor. Bununla ilgili somut bir çalışma var mı?
Belediye akıllı şehir politikasını çalıştırıyor. Belirli yerlerde belli noktaları körleyerek yapay zekâ yardımıyla akışı disipline etmeye çalışıyorlar. Uzun vadede bunlarda çözüm değil bence toplu taşımanın kullanılır hale gelmesi lazım. Bir kültür oluşması lazım. Bir evden 3 araba çıkıyor. Buna hangi ülkenin trafiği dayanır? Bu tüketim çılgınlığını azaltmamız lazım.
-İstanbul’a göre daha mı az kullanılıyor Ankara’da?
Çok az. Makam araçları vs. de var burada. İstanbul’da sanatçılar, sinema oyuncuları bile toplu taşıma kullanıyor. Depremden sonra 1 milyon misafirimiz var bizim. Nüfusunu bir anda 1 milyon yükselten bir kentte hiçbir politika uygulamayız. Her birey sorumlu davranmalı. Sadece belediye ya da bakanlıkla çözemeyiz. Ancak kamu aklı örgütlenmemiş itirazları çözmek zorunda. Havaalanına metronun olmaması Ankara’ya fuar alanını ötelemek gibi davranışlar kente karşı işlenmiş suçlar. Kimin yapmadığını tartışıyoruz. Neden yapmamız gerektiğini değil. O yüzden Ankara Kent Konseyi bu kentte görmedim, duymadım, bilmiyorum dönemini bitirdi. Çukurdan, çamurdan önce kibir sorunumuz var. Kibirle hesaplaşacağız öz eleştiri yapacağız. Bu ülkeye güvenmeyerek başka topraklara aktarım yaparak kendi torunlarını başka topraklarda gelecek kurgulayan herkes bu kentten elde ettiği her delikli kuruşun hesabını ödeyecek.
-Kimden bahsediyorsunuz?
Rant organizasyonu yapanlar, imar rantlarıyla beraber kazandıklarıyla yurt dışına yatırım yapanlar. Bunların her biriyle bu kent hesaplaşacak. Bu kentin kaynağından beslenen herkes bu kente hesabını ödeyecek. Adisyon açık kalacak eninde sonunda bu hesap sorulacak.
-Kent Konseyi ‘Bu seyirde herkes kaptan’ sloganıyla hareket ediyor. Bu anlamda belediyelerle de iş birliği içindesiniz. Zorlandığınız oluyor mu size destek olmaktan kaçınan, zorluk çıkaran…
Belediye başkanlarının birçoğu kent konseyinde danışma kurulunda. Bazen ortak akıldan tedirgin olan da oluyor. Buraya her politikacı politik kimliğini kapıda bırakıp girer, buradan içerik alır kendi politikasını politik kimliğini geliştirebilir. Partisinin hiçbir önemi yoktur. Hepsinin başımızın üstünde yeri var. Genel olarak bütün belediye başkanlarıyla sorun çözme konusunda hem fikiriz. Ancak Altındağ’la temas kuramadık. Altındağ dışında bütün belediyeler kent konseyinin danışma kurulunda.
-Veysel Tiryaki’den önce vardı mıydı?
Vardı. Belki başka öncelikleri vardır ya da ihtiyaç duymuyor olabilir bilemiyorum. Ancak biz belediyelerle sanat, ekonomi, tarım ve birçok politikada işbirliği yapıp sonucu aldığımız çok belediye oluyor. Belediye meclislerinin öncelikli konuşamadığı konulardan oluşturduğumuz içeriklerden esinlenen, bunu icraya çeviren belediye başkanları var.
“MANSUR YAVAŞ BELEDİYECİLİĞİ İNSANİ VE AHLAKİDİR”
-Mansur Yavaş'ın ikinci dönem belediye başkanlığı çok fazla eleştiriliyor. Belki biraz bu adaylık sürecinden dolayı da olabilir. Birinci dönem ve ikinci dönemi kıyaslarsak nasıl değerlendirirsiniz Mansur Yavaş belediyeciliğini?
Mansur Yavaş’ın, idealleriyle çelişkiye düştüğünü görmedim. ‘Ben bu kente kat atacağım, her tarafı betona boğacağım’ demedi. Yoksulluğa mahkûm edilmiş bir kentte öncelikli işim sosyal belediyecilik dediği için biz onunla ilgili neden 100 kilometre daha metro yapmadın diyecek durumda değiliz. Kendi politikasını sosyal belediyecilik üzerine kurduğu için bu anlamda bir itiramız yok yani kendisiyle çelişkiye düşmedi.
Çünkü asgari ücretli maaşıyla 3 çocuğu ve eşiyle başka bir gelir olmadan hayata tutunmaya çalışan bireyin 25 bin lira kira ödenen bir kentte nasıl yaşayacağını düşünen, buna çözüm üreten bir belediye başkanına saygı duymak lazım. Önceliği bu olduğu için neden şunu yapmadınlarla muhatap olmuyor. Çok sevildiği için şunu da o çözer denildiği için bazı konularda haklı olarak insanlar beklentiyi arttırabilir. Politikasını öyle belirledi. Geçiş döneminde doğru bir politikaydı. İnsanların sosyal yardımlarda geçindiği bir yerde önceliğinizin sosyal yardımlar olması ahlaklı birşeydir. Kentsel yönetim açısından doğru olmayabilir, belediyecilik açısından stratejik olmayabilir ancak insani ve ahlaklı bir yönetim şeklidir.
-Siz siyasete girmeyi düşünüyor musunuz?
Onun için yaşımın ‘geç’ olduğunu düşünüyorum. Parlamentonun her geçen günün anlamını yitirdiği, demokrasinin yönetime hükmetmekte güçlük çektiği politik ortamlarda milletvekilliği çok heyecanlandırmıyor. Ancak kanun yapmak saygın birşeydir. Parlamentoda saygın bir yerdir. Ama toplumun değişik kesimlerini örgütlemek, onların kamplaşmasını azaltmak ve bunu bütçe kullanmadan yapmak şu anda daha çok heyecanlandırıyor beni.
-Önümüzde bir Cumhurbaşkanlığı süreci var ve Mansur Yavaş'ın ismi geçiyor. Siz Ankara'dan bir Cumhurbaşkanı çıksın ister misiniz?
Sadece coğrafi anlamda değil ancak 60’lı yaşlarını geçmiş, şatafattan uzak, toplumun genel ortalamasını incitmeyecek, ötekinin aklına itibar edecek, toplumun kardeşlik duygularına katkı yapabilecek mizaçta birisine ihtiyacı var mı bu ülkenin… Yani böyle birisine ihtiyacı olduğunu düşünüyorum. Ancak bunun parti taassubu içerisinde sadece bir siyasi partinin üyeleriyle ülkenin yüzde 51 ile seçilen ve yüzde yüzüne katkı yapacak, yüzde yüzün değerlerini temsil edecek yüzde yüzün hukukunu onurunu koruyacak bir makamı yüzde 20’lik bir sosyolojiyle belirlemek çok stratejik olmayabilir. Yani bu Cumhurbaşkanlığı makamını anlamamak olarak da yorumlanabilir.
Bu geçici olarak parti içerisinde bazı sorunları çözebilir ancak ülkenin hiçbir sorununu çözmez. O yüzden yüzde 60 oy alan alamadığı yüzde 40’ında aklını merak edip ötekileştirmeyen bir bireyin cumhurbaşkanı adayı olması bu kent açısından değerli bir şeydir. Bunu kendisiyle özel hukukuma dayanarak söylemiyorum. Bu fıtrattaki birinin toplumdaki kamplaşmayı tedavi etmeye katkı sağlayacağını düşünüyorum.
FOTOĞRAF: MUHAMMED ALİ YAHŞİ