Dünkü yazımızda Lübnan'ın başkenti Beyrut'ta bir süre önce gerçekleşen patlamaya ilişkin Lübnan kökenli Fransız yazar Amin Maalouf'un yaptığı açıklamalardan söz etmiştik...
Maalouf, kendisiyle yapılan röportajda sorulan 'Bu patlamaya kaza diyebilir miyiz' sorusuna şöyle cevap veriyor:
'Kelime anlamıyla kaza olabilir. Yani birisi kasten yapmamıştır. Ama doğal bir felaket değil bu. Yöneticilerin beceriksizliği ve yetersizliğinin sonucu. Yüksek oranda patlayıcı maddenin tonlarcasını bir şehirde uzun süre depolamak nasıl kabul edilebilir? (...) Peki ama bundan özel olarak kim sorumlu? Bence bütün sistem. Her alanda yetersiz ve kokuşmuş bu sistemde hiçbir şey doğru yapılamaz zaten. Yani 'sorumlu bu' demek gereksiz. Yıllardır bu ülkeyi yeteneksizlik, yozlaşma, rüşvet ve sorumsuzluk yönetiyor.'
Maalouf, bu sözlerin hemen ardından gelen 'Kim yolsuzluk yapıyor Lübnan'da?' sorusunu ise şöyle cevaplıyor:
'Bence dini ve mezhepsel yapının büyük bölümüne hakim bir yolsuzluk ve rüşvet sistemi var. Lübnanlılar kendilerini vatana ve millete bağlayan en güçlü bağın vatandaşlık değil, klanlar ve tarikatlar olduğunu düşünüyor ve öyle davranıyor. Bu açıklamalardan biri. Diğeri ise şüphesiz ülkede yurttaş bilincinin eksik olması. Bu pek çok ülkede olduğu gibi benimkinde de çok eski bir sorun. Ama benim ülkemde bu oran çok daha yüksek. İnsanlar ülkenin ve toplumun menfaatlerinden çok kendi menfaatlerini düşünüyor. Ve üstelik bu çok kolay kabul de görüyor'.
***
Maalouf'un değerlendirmesini anlayabilmek için dinsel, mezhepsel ve etnik yapısı çok karmaşık bir ülke olan Lübnan'ın siyasi yapısını hatırlamak gerekiyor...
Lübnan'daki siyasi yapı, yıllar süren ve 'herkesin herkese karşı savaşı' olarak nitelenebilecek bir iç savaştan sonra şekillendi. 'Lübnanlılık' kimliğini yerle bir eden bu savaştan sonra devlet yönetimi, etnik ve dinsel cemaatlar arasında paylaşıldı... Bu paylaşımda Cumhurbaşkanlığı Maruni Hıristiyanlara, Başbakanlık Sünni Müslümanlara, Meclis Başkanlığı Şii Müslümanlara verildi. Diğer yönetim makamları, belirli kotalarla diğer cemaatlara tahsis edildi. Ve bunun adına 'demokratik çözüm' denildi...
Maalouf, 'Bunun demokrasinin iyi bir tanımı olduğunu düşünmüyorum. Bu, mevkilerin ve görevlerin dini aidiyetlere göre dağıtıldığı bir sistem. Antidemokratik diyemeyiz ama demokratik de değil' diyor ve şöyle devam ediyor:
'Bu kota sisteminde çok ileri gidildi ve bu, mevkilerin cemaat liderlerine ait olduğu donmuş, kilitlenmiş bir yapıya dönüştü. (...) Bir yere adam alınırken artık yeteneğe ve liyakata bakılmıyor, o kişinin hangi cemaat veya tarikata bağlı olduğuna bakılıyor. Üstelik o cemaatte bile göreve en layık ve yetenekli olan değil, cemaat şefiyle en yakın siyasi ve dini ilişkisi olan seçiliyor. Bu, demokrasinin çöküşü demek. Maalesef on yıllar böyle geçti ve bir yerde koptu işte.'
***
Maalouf'un bu sözleri yalnızca Lübnan'daki siyasi şekillenmeyi değil, 'küreselleşme' çağında 'demokrasi' kavramının nasıl bir anlam kaymasına uğradığını da gözler önüne seriyor...
Eski Yunancada 'halkın gücü' anlamına gelen 'demokrasi' kavram, kökeninden de anlaşılacağı üzere imtiyazlı sınıfların ellerinde tuttukları gücün toplumun ezilen kesimlerine devredilmesini ifade ederdi. O nedenle bu kavram, tarih boyunca hep bu yöndeki devrimler ya da reformlardan sonra oluşan siyasal yapılar için kullanılmıştı...
Ne var ki, özellikle 1990'lı yıllarda 'tek kutuplu dünya'nın oluşması ve bu dünyanın tek egemeni olarak görülen ABD'nin dünyayı kendi çıkarları doğrultusunda böl/yönet yöntemiyle şekillendirmesi sırasında bu durum değişti...
Daha önce emperyalizme karşı uluslaşma, feodal bağımlılık ve imtiyaz sisteminden kurtulma sürecini tanımlamak için kullanılan 'demokrasi' kavramı, 'küreselleşme dönemi'nde uluslaşma sürecinin geriletilmesi, ulusal devletlerin parçalanarak dağıtılması, ulus öncesi cemaat ve aşiretlerin devlet yapısına egemen kılınması süreçlerini ifade etmek için kullanılmaya başlandı...
O nedenledir ki, yazar Banu Avar, 2011 yılında küreselleşmenin yol açtığı toplumsal gerileme ve yıkımı sergileyen kitabına 'Kaçın! Demokrasi Geliyor' adını verdi.
***
Lübnan'da kurulan 'demokrasi' de böyle bir sistemdir...
Maalouf'un, 'her alanda yetersiz ve kokuşmuş' olarak adlandırdığı bu sistemde egemen olan halk değil 'yeteneksizlik, yozlaşma, rüşvet ve sorumsuzluk'tur...
Ve sonunda yaşanan büyük patlama, aslında sistemin iflasının işaret fişeği olmuştur.
(Devam edecek)