Önceki yazımızda, Türkiye'nin Suriye'nin ABD tarafından kuşatılmasında önemli bir aktörken ABD tarafından kuşatılması olgusunu ele almış...

Ve kuşatma zincirinin Irak'tan Suriye, Mısır ve Körfez ülkelerine kadar uzanan bölümünün nasıl oluşturulduğunu görmüştük...

Bugün Libya'ya uzanacak ve Doğu Akdeniz'deki haklarımızın korumaya kalktığımızda nelerle karşılaştığımıza bakacağız.

***

Irak'tan Suriye'ye kadar güney bölgelerinin ABD güdümlü yerel güçler tarafından sarılmasının ardından Türkiye Doğu Akdeniz'de kendine bir hareket alanı yaratmak ve Türkiye'nin bölgedeki ortağı KKTC'nin Doğu Akdeniz'deki haklarını korumak amacıyla Libya'nın meşru Ulusal Mutabakat Hükümeti ile bir 'münhasır ekonomik bölge' anlaşması imzaladı...

Bu anlaşma her iki devletin de doğalgaz başta olmak üzere Doğu Akdeniz'deki ekonomik kaynaklar üzerindeki hak iddialarını korumayı ve güçlendirmeyi amaçlamaktaydı. O nedenle de Türkiye'yi kıskaca almak isteyen ABD'nin ve Doğu Akdeniz bölgesindeki tüm müttefiklerinin anında alarma geçmesine neden oldu...

Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti ve Mısır anlaşmayı 'yasadışı' olarak tanımlarken, Yunanistan Girit'in Türk-Libya kıyıları arasındaki varlığının görmezden gelindiği gerekçesiyle anlaşmayı tanımadığını ilan etti. Hemen ardından Yunanistan, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi, Mısır, Suudi Arabistan ve Bahreyn'den oluşan 'beşli grup' BM'ye başvurarak anlaşmanın geçersiz kabul edilmesini istedi.

***

Bu gelişmelerden sonra ABD Dışişleri Bakanlığı'ndan üst düzey bir yetkili, Türkiye ile Libya arasındaki deniz sınırı anlaşmasının 'provokatif' bir nitelik taşıdığını ve bölgede zaten giderek artmakta olan gerilimi daha da ateşlediğini söyledi...

Ardından Avrupa Birliği de (AB) bir açıklama yaparak anlaşmanın üçüncü Devletlerin egemenlik haklarını ihlal ettiğini, deniz hukukuna uymadığını ve üçüncü devletler için herhangi bir yasal sonuç doğurmadığını ilan etti...

Bu arada Anlaşmayı Libya adına imzalayan Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti'nin (UMH) meşruiyeti sorgulanmaya başlandı. Bu hükümet, Türkiye ile anlaşma imzalayıncaya kadar BM tarafından oy birliği ile kabul edilmiş olan Libya Siyasal Mutabakatı uyarınca meşru yönetim olarak kabul görmekteydi.

***

Tam da bu dönemde Libya'nın doğusunda, Tobruk merkezli bir yönetim kurmuş olan Halife Hafter, UMH'ye karşı harekete geçti ve UMH'nin konumlandığı başkent Trablus'u ele geçirmek için Mısır ve Suudi Arabistan'ın askeri desteğiyle üç koldan operasyon başlattı...

Bu durum karşısında UMH, Türk Hükümetinden yardım talep etti...

Türkiye de bu çağrıya olumlu karşılık vererek Libya'ya Hafter güçlerine karşı mücadele için asker gönderdi... Türk askerlerinin yapılan anlaşma uyarınca 'resmen', Suriye'de savaşan 'siyasal İslamcı' militanların ise 'gönüllü' olarak 'naklen' Libya'daki iç savaşa müdahale etmesinin ardından savaşı kaybetmekte olan Trablus'taki UMH Hükümeti toparlanarak Hafter güçlerini geriletmeyi başardı.

***

Eğer bu operasyon sonucunda UMH, Hafter güçlerini etkisiz hale getirebilseydi, Türkiye'yi çevreleyen kuşakta önemli bir gedik açılmış olacaktı...

Ancak bu mümkün olmadı...

Bir yandan ABD, Mısır, Suudi Arabistan, BAE, Yunanistan Hafter güçlerini koruma altına alırken, diğer yandan Rusya'nın etkisindeki 'Wagner milisleri' devreye girdi ve Libya'da çatışan güçler arasında satranç deyimiyle 'pat' hali ortaya çıktı.

***

Bu durumda BM aracılığıyla Libya'da savaşan iki taraf arasında bir ateşkes anlaşması imzalandı...

Böylece o zamana kadar resmi olarak meşru hükümet olarak kabul edilen UMH, çatışan taraflardan biri haline getirilmiş oldu... Ardından UMH Hükümet Başkanı Serrac, görevini Ekim ayında bırakacağını açıkladı. Aynı günlerde Hafter'i destekleyen Tobruk'taki Hükümet de benzer bir adım atarak Temsilciler Meclisi Başkanı Akile Salih'e istifasını sundu. Yapılan anlaşma uyarınca bu yılın Aralık ayında Libya'da seçimler yapılacak ve her iki tarafın da temsil edileceği ortak bir hükümet kurulacak...

Sonuçta, bu hükümet 'büyük güçler' tarafından denetlenecek. Türkiye ile UMH arasında imzalanmış ekonomik ve askeri anlaşmalar ise çatışan taraflardan biri tarafından imzalandığı için 'kadük' anlaşmalara dönüşecek. Bunun sonucunda Türkiye'nin Libya'daki varlığının tartışmalı hale gelecek ve çevremizdeki kuşatma zincirinin kırılma noktasına gelmiş bir halkası daha sağlamlaştırılmış olacak.

(Devam edecek)