Kadim dostlardan birinin, yeni kiraladığı evine yerleşme hazırlığı içinde olduğunu öğrenince kavurucu Ağustos sıcağına aldırmadan ziyaretine gittim.
Hem ‘’hayırlı olsun’’ demek hem de yerleşmesine yardımcı olmak amacıyla gerçekleştirdiğim ziyaretin kadim dostu bu kadar duygulandıracağını tahmin etmemiştim doğrusu.
Beni görünce, antreyi tıka basa dolduran eşyaların arasından sıyrılıp boynuma bir sarılışı vardı ki…
Sevgi dolu, şükran ve özlem dolu bir sarılış…
Eskilerden kalma bir sıcak tepki…
Öylesine koptuk, öylesine hasret kaldık ki insan olmanın erdemini barındıran bu tür dostluk ziyaretlerine…
Taşındığı ilk günün akşamı da apartman komşularından biri elinde bir tabak yemekle kapısını çalmış. ‘’hoş geldiniz’’ diyerek, bir ihtiyaçları olup olmadığı sormuş.
O kadar duygulanmış ki kadim dost, anlatırken bile neredeyse ağlayacak.
Şimdilerde yaşları 60’larda, 70’lerde seyreden kuşak farklıydı…
Onca yokluğa, onca olanaksızlığa rağmen, o neslin ayrılmaz bir parçası olarak bugünlere ulaşan dayanışma duygusu, ne yazık ki toplumun önemli bir bölümünde pas tutmaya başladı.
O güzel alışkanlığın yerini, selamı bile çok gören fesatça duygular almaya başladı.
Yoksulluk, toplumun tüm katmanlarına yayılan ekonomik zorluklar, büyük bölümü bu olumsuzluklara dayanan didişmeler, kavgalar, yaralamaya hatta öldürmeye varan cinnet halleri toplumdaki güven duygularının erozyona uğramasına neden oluyor.
Sonuç ise apartman komşuluklarının bile ne denli özlenir hale geldiğini gözler önüne seriyor.
Apartman komşularından kaçını tanıyorsunuz?
Bırakın normal günleri, bayram gibi özel günlerde kaçının kapısını çaldınız?
Kaçı sizin kapınızı tıklattı?
Zor bir soru değil mi?
Daha doğrusu, yaşam koşulları ağırlaştıkça zorlaşan bir soru.
Ne idik,
Ne olduk?
Nerelere geldik
Bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı olurmuş.
Bir ‘’hoş geldiniz’’ demenin hatırı kaç yıl olur dersiniz?
Kaç yıl?