Alt geçitler sular altında kaldığında,

Metro istasyonları yağmur sularıyla dolduğunda,

Bulvarlar, cadde ve sokaklar dereleri, nehirleri andırdığında yüreği yanarak söylenirdi Ankaralılar:

‘’Kim demiş denizimiz yok diye.’’

Şiddetli sağanakta öyle bir manzaraya bürünürdü Ankara…

Devasa bir gemi maketi yap…

İndir azgın suların ortasına…

Ne farkı var Üsküdar-Kabataş seferini yapan vapurlardan…

Ramak kalmıştı, sıkça böylesi bir görünüme…

Alt geçitleri dolduran, cadde ve sokaklarda azgın boğalar gibi önüne kattığını sürükleyen, binaların giriş katlarındaki evleri, işyerlerini yağmurun getirdiği çamur deryası içinde bırakan yağışlar, eskisi gibi etkili olmuyor pek.

Ankaralıların her şiddetli yağıştan sonra söylediği o söz de duyulmuyor artık…

Sel sularıyla takviyeli ‘’kinayeli’’ sözler unutulmuş gibi…

Köprü altlarını, çukur bölgeleri kaplayan sel sularının altında kalan araçlarını arayan sürücüler de yok artık…

Onlara yardımcı olmaya çalışan balık adamlar da…

Kısa süre önce Ankara’da etkili olan fırtına ve şiddetli yağış, eski günleri anımsattı.

Azgın denizlerden farksız,

 O korku dolu günleri…

Böyle günlerin etkisi geçmiyor kolay kolay…

Şimdi ne zaman yağmur yağsa o ürperten görüntüler gelir aklıma.

Ardından da iki sokak aşağımızdaki Farabi alt geçidi…

Telefona sarılır sorarım civarda oturan eşe-dosta..

Sular kaplamamışsa alt geçidi rahattır içim…

Diğerlerinde de sorun yoktur diye düşünürüm.

Akşam haberlerinden anlarız ki öyledir durum ufak tefek baskınlar dışında.

Demek ki oluyormuş…

Hayal dünyasının yatırımlarına yönelmek yerine, kentin alt yapı sorunlarının çözümüne öncelik vermek, ‘’doğal afet’’ mazeretine sığınmadan böylesi yağışların yaratacağı felaketleri önlüyor ya da zararlarını en aza indirebiliyormuş.

Gösterişe değil, gereksinimlerin karşılanmasına yönelmek gerek.

Özellikle de belediye hizmetlerinde…

Sular altında kalındığında dinozorlar kurtarmıyor ki insanları…