Kerpeteni bilirsiniz..
Çiviyi de…
Kerpetenle çivi nasıl sökülür?
Onu bilir misiniz?
Söktünüz mü hiç?
***
Yaklaşık beş yıl önce (2015) elektronik mektup adresime gönderilen bir yazı şöyle başlıyordu:
'Değerli Hüseyin Nevzat Erkmen (İzmir'de yaşıyor) iyi ki Ulysses'i imzalayıp gönderdi. Ulysses'i yirmi yıl önce okusaydım anlayamazdım. Umberto Eco'nun 'Foucault Sarkacı' aynı parıltıya sahip değildi. Eco 'Gül'ün Adı' romanından sonra yetenek yitimine uğradı. Doğan Kitap'tan çıkan 'Prag Mezarlığı' ile harakiri yaptı. Dikkatli olmak lazım. Sema Kaygusuz'un bu minvalde 'Yere Düşen Dualar' Ulysses'i çok basitçe taklit ediyordu.'
***
Bakar mısınız?
Bir söyleşme, anlatı tadında başlayan yazının daha ilk paragrafı ne kadar görev yüklüyor okuyana… O bir günü anlatan, bir günü bin 800 sayfada anlatan, anlaşılması, yorumlanması en zor kitaplardan biri olan 'Ulysses'i okuyacaksınız.
Yetmez…
'Gülün Adı'nı… Hatta filmini de izlemiş olacaksınız…
'Foucault Sarkacı'nı… 'Prag Mezarlığı'nı… Bunları kendi aralarında karşılaştıracaksınız… Eco'nun 'hara-kiri' yaptığı düşüncesine katılıp katılmadığınızı düşüneceksiniz sonra…
Yetmiyor. Türkiye'mizden bir yazara, Sema Kaygusuz'a gelip, onun 'Yere Düşen Dualar'ını okuyacaksınız…
'Yere Düşen Dualar'la 'Ulysses'i karşılaştıracaksınız bu kez…
Ancak o zaman bu paragrafın ruhuna girebileceksiniz…
Bakar mısınız!
***
Okuduğumda, paragrafı anlamak için eksiklerim vardı (Bugün, bu yazıyı yazarken de var!). Eksiklerime rağmen sürdürmüştüm okumayı:
'Umberto Eco, Foucault Sarkacı'nda 'Bir aptal bile Nobel alabilir' cümlesi dikkatimi çekti. Mesela Soljenistin'in Nobel alan eseri de çok zayıf bir eserdir.'
Ooof!
Burada durmuştum. Günümüzün okurları belki pek anımsamaz ama, 1970'li yıllarda Soljenitsin, Türkiye'de sağ düşüncedekilerin silahlarından birisiydi…
1970 yılında almıştı Nobel Edebiyat Ödülü'nü…
'Gulag Takımadaları'yla biliriz…
Okumuştum. Hem de gençliğimde…
Bana gelen yazıdaki bu düşünceye katılıyor muyum?
Katılıyorum!
Nobel Ödülü, yalnızca edebiyat estetiğine dayalı bir ödül değildir. Bunu artık bütün dünya biliyor. Ülkelerin politik serüvenlerini yönlendirmek için kullanılan bir silah… Edebiyat araç ediliyor… Biliyoruz…
(Türkiye'mizden Orhan Pamuk'a verilmesi bu bilgiye dahil!)
***
Yazıyı okumayı sürdürürsem:
'Ulysses, Hüseyin Nevzat Erkmen olmasaydı belki de Türkçeye çevrilemezdi. Nevzat Bey adeta Ulysses'i, şair çevirmenlere özgü bir yöntemle yani metni Türkçede yeniden yaratıyor. Ve bu sayede Türkçenin dünyanın en büyük ve en güzel dillerinden biri olduğunu görüyor ve gönenip kıvanç duyuyorsunuz.
Ulysses'i on beş gün oldu okuyorum ve henüz yarısına geldim. Bazı cümleleri, sözcükleri, sözcük ve cümle konstrüksiyonlarını çözmek kerpetenle çivi sökmek gibi zor. Sanıyorum Ulysses'i Türkçede Nevzat Erkmen'den sonra en iyi anlayanlardan, metne nüfuz edenlerden biri olduğuma da inanıyorum. Elbette sevgili Enis Batur, Polat Onat ile birlikte.'
***
Kerpetenle çivi söker gibi tümceleri sökmeye çalışan kim mi?
O da yazıda var gerçekte:
'Ben Nevzat Erkmen adını biliyordum. Sonra Nevzat Erkmen bana bir armağan daha verdi. 'Cinozoğlu benim de adım Hüseyin.' dedi.'
***
Bahardı yazıyı bana yolladığında. O yılın sonbaharında 'Elveda dünya!' demişti Cinozoğlu. O deli hastalığa, kansere yenilerek…
Söyleyeceği ne çok söz vardı daha!
Bu yılın baharında ise korona virüsü aldı Nevzat Erkmen'i aramızdan…
Dünyamızın en zor kitabını, 'Ulysses'i Türkçe'de yazanı…
Ayrımında mısınız?
Yerin altı, yerin üstünden daha 'zengin' oluyor giderek…