2025 yılı kış ayları, Türkiye ve dünyanın birçok bölgesinde kar yağışları üzerinden hararetli tartışmaları yeniden gündeme taşıdı. Bir yanda “Bu kadar kar yağdıysa kuraklık yoktur” diyenler (ki bu kar da bölgesel yağış), diğer yanda baraj doluluk oranlarındaki dalgalanmaya dikkat çeken uzmanlar var. Oysa kar yağışını tek başına ele almak, su krizi ve kuraklık meselesini anlamak için son derece yanıltıcıdır. Asıl mesele, karın ne zaman, ne kadar ve hangi koşullarda yağdığıdır. Ve bu soruların tamamı bizi doğrudan küresel ısınma gerçeğine götürür.
Geleneksel iklim düzeninde kar, su döngüsünün en kritik unsurlarından biriydi. Yüksek dağlara yağan kar, ilkbahar ve yaz aylarında yavaş yavaş erir; nehirleri, yeraltı sularını ve barajları beslerdi. Ancak küresel ısınma bu düzeni bozmuş durumda. 2025 kışında birçok bölgede görülen yoğun fakat kısa süreli kar yağışları, ilk bakışta sevindirici görünse de uzun vadede su güvenliği açısından ciddi riskler barındırıyor.
Küresel sıcaklık artışı, karın yerde kalma süresini kısaltıyor. Eskiden haftalarca, hatta aylarca yerde kalan kar örtüsü, artık birkaç gün içinde eriyor. Bu hızlı erime, toprağın suyu emmesine fırsat vermeden akışa geçmesine neden oluyor. Sonuç olarak su, yeraltı kaynaklarına karışmak yerine yüzeyden akıp gidiyor; barajlara düzenli ve dengeli bir katkı sunamıyor. Yani çok kar yağması, mutlaka çok su anlamına gelmiyor.
2025’te yaşanan tablo tam da bunu gösteriyor. Bazı bölgelerde rekor seviyede kar yağışı görülürken, aynı dönemde baraj doluluk oranlarının istenilen seviyeye ulaşamaması tesadüf değil. Çünkü sorun yağış miktarından çok, iklimin öngörülemez hale gelmesi. Küresel ısınma, yağış rejimlerini düzensizleştiriyor; uzun süreli ve dengeli yağışların yerini ani, sert ve kısa süreli hava olayları alıyor.
Kuraklık da tam bu noktada devreye giriyor. Günümüzde kuraklık, sadece “yağmur yağmaması” anlamına gelmiyor. Aksine, yağış olsa bile toprağın ve ekosistemin bu suyu tutamaması da modern kuraklığın bir parçası. 2025 yılında yaşanan su stresi, bu yeni kuraklık tanımının somut bir örneği. Toprak nemi azalıyor, yeraltı suları yenilenemiyor ve tarımsal üretim giderek daha kırılgan hale geliyor.
Küresel ısınma aynı zamanda kar yağışının coğrafyasını da değiştiriyor. Daha önce düzenli kar alan bölgeler kar alamazken, alışılmadık bölgelerde ani kar yağışları görülüyor. Bu durum, su yönetimini daha da zorlaştırıyor. Çünkü mevcut barajlar, sulama sistemleri ve şehir altyapıları eski iklim düzenine göre tasarlanmış durumda. Değişen iklime uyum sağlanmadığı sürece, yağış artsa bile su krizi derinleşmeye devam edecek.
2025 kar yağışları bize net bir mesaj veriyor: İklim krizi geleceğin değil, bugünün sorunu. Karın varlığı tek başına bir güvence değil; hatta yanlış yönetildiğinde bir risk unsuru haline bile gelebilir. Sel, taşkın ve ani su kayıpları bunun en açık göstergesi.
Aslında küresel ısınmanın en önemli boyutuna bir kez daha değinmekte fayda var: Çok yağıştan ziyade iklim normallerinde yağış önemli aksi takdirde hava koşullarındaki radikallik ve alışık olmadığımız ani değişiklikler bizlerin yaşayamacağı iklim şartları yaratacaktır. Bunlar yıllardır tartışılıyor ancak artık geleceğin kıyamet senaryosu değil, bugünün problemi...