İran’ın İsrail’in Suriye’deki İran konsolosluğuna yaptığı saldırının misillemesi olarak İsrail’e karşı düzenlediği SİHA ve roket saldırısı hem dünyada hem de Türkiye’de farklı tepkilere yol açtı...

Bu tepkilerden en ilginç olanı, iktidar yanlısı gazetelerin saldırının sonuçlarını hafife alması, hatta “danışıklı döğüş” gibi göstermesiydi...

Örneğin Sabah gazetesi İran’ın SİHA ve roket saldırısı için “İran İsrail’e zarar vermedi. Refah’ta yeni katliama hazırlanan soykırımcı Netanyahu’ya geniş manevra alanı açıldı” dedi. Yeni Şafak operasyonu “320 füze 1 yaralı” başlığıyla verdi. Akşam, “Tahran, ABD’de zayıflayan İsrail desteğini güçlendirdi, İran İsrail’i vurmuş gibi yaptı” ifadesini kullanırken, Akit, “Tam bir fiyasko” başlığını attı.

***

İktidar yanlısı medyanın bu tepkisini anlamak kolaydı...

AKP iktidarı yakın zamana kadar HAMAS’ın en yakın destekçisi olarak görülürken ABD’nin “İbrahim Anlaşmaları” ile başlayan girişiminden sonra HAMAS ile arasına mesafe koymuş, Mısır ve Suudi Arabistan başta olmak üzere HAMAS’a karşı olan ülkelerle arasını düzeltme girişiminde bulunmuştu...

Bu konjonktür nedeniyle Gazze savaşı sırasında HAMAS’ı desteklediğini sürekli ifade etse de İsrail ile ticari ilişkilerini sürdürmüş ve bu nedenle İslami kesimde yer alan YRP ve Saadet Partisi gibi partilerin yoğun eleştirisi ile karşılaşmıştı...

Buna karşılık, İran HAMAS’a desteğini kendisine yakın Lübnan Hizbullah’ı ve Yemen’deki Husi örgütlerini çatışmaya sokarak ve İran Körfezinde İsrail gemisine el koyarak fiilen göstermişti. İsrail bu tavır karşısında doğrudan Suriye’deki İran konsolosluğuna saldırınca o da doğrudan İsrail’i hedef alan bir operasyon düzenlemişti...

Bu durumda iktidarı destekleyen medyada söz konusu saldırının bir fiyasko gibi gösterilmesi, “prestijin korunması” açısından anlaşılır bir şeydi!

***

Operasyonun gerçekten başarılı olup olmadığına gelince...

Bu soruyu cevaplandırmadan önce bir noktayı hatırlatmak gerekiyor: Bir operasyonun başarısı, hizmet ettiği stratejinin genel başarısına ne ölçüde hizmet ettiğiyle ölçülür...

Yani, bir operasyonun başarısını belirleyen şey, yol açtığı insani ya da maddi yıkım değildir. Eğer öyle olsaydı, İsrail’in yol açtığı yıkım ve can kaybı göz önüne alınarak Gazze Operasyonu “büyük bir başarı” olarak nitelendirilebilirdi – ki bunun tam tersi doğrudur.

*** O

zaman bu konuda objektif bir karar verebilmek için önce “İran’ın bu çatışmada başından beri izlediği yol hangi amaçlara hizmet ediyordu?” sorusunu sormak; daha sonra son saldırıyı bu açıdan değerlendirmek gerekir.

Önce amaçlara bakalım...

HAMAS’ın İsrail’e düzenlediği operasyon ve onun sonrasında İsrail’in Gazze’ye yönelttiği saldırı ile başlayan süreçte İran’ın genel amacı “İbrahim Anlaşmaları” ile başlatılan süreci durdurmak, İsrail’e düşman görünen ancak esasında ona hizmet eden “işbirlikçi” Arap rejimlerinin gerçek yüzlerini açığa çıkarmak ve ABD-İsrail ortaklığının planlarını bozguna uğratmaktı...

ABD tarafından kotarılan “İbrahim Anlaşmaları”nın gerçek amacı, İsrail ile ABD-yanlısı Arap ülkeleri arasındaki dostluğu pekiştirmek, bölgede Rusya ve Çin’in artan ekonomik ve siyasi etkisini geriletmek ve İran’ı tecrit etmekti...

Bu anlaşmalar, ABD gözetiminde İsrail ile Birleşik Arap Emirlikleri ve Bahreyn arasında imzalanan iki ayrı anlaşma ile başlamış, daha sonra Sudan ve Fas İbrahim Anlaşmalara imza atmıştı. HAMAS’a düşmanlıkları bilinen Suudi Arabistan ve Mısır bu anlaşmaların en önemli destekleyicileriydi.

***

Anlaşmaların bir diğer amacı da kangren haline dönüşmüş olan “Filistin sorunu”nu bu süreçte İsrail ve ABD’nin amaçları doğrultusunda bir “çözüm”e ulaştırmaktı...

Bulunan çözüm, İsrail ile uzlaşmayı reddeden Gazze’deki HAMAS rejimini devirmek ve burada FKÖ’nün en büyük gücü durumunda olan El Fetih adına Mahmud Abbas yönetimine vermekten ibaretti. Böylece Abbas’ın Batı Şeria’da “manda rejimi”ni kabul ederek kurduğu “işbirlikçi” yönetim yaygınlaştırılacak, işgalci İsrail ise tıpkı Batı Şeriada olduğu gibi Gazze’de de sözde “uzlaşmacı” bir görünüm altında gerçek egemenliğini yeni yerleşim yerlerini meşrulaştırıp yaygınlaştırarak sürdürecekti...

Bu durum Suudi Arabistan ve Mısır ile yakınlaşma hamlesinin sonucu olarak Türkiye’nin desteğini yitirmiş olan HAMAS örgütünün elindeki son mevziyi de kaybetmesi anlamına geliyordu. HAMAS eğer bu gelişmelere tepki göstermeseydi, El Fetih’in yaşadığı pasifleştirilme ve güdülme politikasının bir aracı haline gelerek bir süre sonra fiilen yok olacaktı.

***

İran ile HAMAS arasında yakınlaşmayı sağlayan konjonktür buydu...

İran, aslında HAMAS’ın İsrail’e yönelttiği ilk saldırıdan bu yana çatışmanın içindeydi; ancak gelinen son aşamaya kadar bu çatışmanın İran ve İsrail arasındaki bir çatışma olarak görülmesini istemediği için doğrudan herhangi bir operasyon yapmıyor; HAMAS’ı desteklemek için Lübnan Hizbullah’ı ve Yemen Husilerini kullanıyordu. Aksi takdirde “yayılmacılık” ve “saldırganlık”la suçlanabilirdi...

İsrail’in Suriye’deki İran konsolosluğuna saldırısından sonra bu durum değişti. Konsolosluk resmen İran toprağı sayıldığı için İran savaşa doğrudan müdahil olmak için haklı bir gerekçe buldu ve düzenlediği roket ve SİHA saldırısı ile savaşın bir parçası olduğunu dünyaya ilan etti. 
(Devam edecek)