“Yıllar ne çabuk geçti o günler arasından” diyor şarkı. Kim var ki, zamanı durdurabilmiş! Irmaklar tersine akıyor mu hiç? Zaman da öyle…
“ Rüzgâr kırdı dalımı ellerin günahı ne? / Ben yitirdim yolumu yolların günahı ne?”

***
Kötü yılların, çirkin yılların günahı var ama; iyi yıllar da güzel geçen yıllar da bizim elimizde değil mi? Bu olgu da bizim başarımız değil midir?
Geçmiş yıllara özlem duymak da bizim. Her gelen yeni yıl da her yeni gibi eskimiyor mu? Eskiten de biziz o yılları, yeni kılacak olan da biz. Yalan yıllar diye suçlayan da biziz, yılları muhteşem kılan da biz. ‘‘Hayal içinde akıp geçti ömrü derbederim/ Bakıp bakıp da o maziye şimdi ah ederim” diyen şairin yakınmasını da bir düşünün!
***
Yıllar değişti biz değişmedik, hep geriye gittik… Niye mi? Şundan ki;
Ne diyordu Behçet Necatigil: ‘‘İnsan son gününde / bir bilanço yapabilmeli ömrüne / Büyük bankalar gibi aktif, pasif / Aldığından çoksa verdiği rahat gidebilir ölüme’’

***

Acılar da vardı geçmiş yıllarımızda…
Hoş geldin Yeni Yıl, diyerek girmiştik 1993’e. Acılar yılı oldu… Mayıs’ın 17’si /Günlerden Pazartesi /Vakit öğlen saati /Ölümün sıcak nefesini duydum ensemde /Usulca omzuma dokunmuştu Azrail /İzin istedim, dedim yapacak işlerim var daha /Ne bitmez işin var der gibi baktı yüzüme /Bu son olsun dedi /Şükrettim Allah’a…

***

Hastalıklar vardı; çekenler biliyor. Elden bir şey gelmeyince; zaten başa gelen çekiliyor. Ölümlerim oldu. Onlardan geriye, hoş bir seda ve yüreğimizi burkan unutulmaz acılar kaldı. Sürekli koşuyorum, kimi zaman bir iş peşinde, kimi zaman bir hayalin peşinde. Ama yaşamda gerçekler de var. Gerçek ve düş; yaşama sevincinin işaret fişeği bence. Yorulmadım mı? Zaman zaman bu duygu ağır basıyor. O zaman şu dizeler geçer usumdan: “Zorluklar varsa arada/İnsansın/Dayat ki/Yaşadığını anlayasın”

***

Bunları düşünüyordum bir gün metroda. Merdivenlerden hızla inen bir delikanlı, kapılara sıkışmaya ramak kalmışken binebildi vagona. Gözüm bir deftere takıldı vagonlar geçince. Kalktım, eğildim, yerden aldım. Kapağını açtım: Hiçbir Şey Tesadüf Değildir” yazıyordu ilk sayfasında. Bir günlükler toplamıydı. Ben de günlükler tutuyordum; öyküseller gibi tasarlıyordum izlenimlerimi sayfalara.

Bazen düşünüyorum da bu bir rüya mıydı diye? Oysa gerçekti. Bu bir tesadüf olamazdı. Eve gidene kadar, bu defterin benim yaşamımın bir benzeri saklıydı âdeta. Peki, bir halüsinasyon olabilir mi? Belki.Hiçbir şey yaşanılan kadar, ölüm kadar gerçek değildir oysa.

Gördüklerimizi rüyaya yorsak da kimi rüyaların da gerçek olması beklenir. Ben, bazen öyle rüyalar görüyorum ki, karabasanlardan sonra “Hayır! Olamaz” diye bağırarak uyanıyorum uykularımdan. Olamazların olduğu da oluyormuş meğer dediklerimse ne kadar az…

***

Mehmet Aydın dostun bir yazısını okudum: “Umuda Yaslanmak” başlığı. O saat, Güngör Gencay’ın şiiri geldi usuma: “Yaşam umuda uyarlı”, ikisi de çok farklı şeyler duyumsattı bana. Zaten bu dünya, umut dünyası değil mi?

Umudunu yitiren insanın, yaşamda kalabilmesi mümkün mü?Nelere umut bağlamıyor ki insanoğlu?

Kimi, kirpiklere…
Kimi, yetişen çocuklara…
Kimi, dostluklara…
Kimi sevgiye, kimi aşka…
Kimi diplomaya, kimi bir idol’e.

Herkes, başka başka: Daha?
Kimi bir hayalin peşinden gider yıllarca…
Kimi, ektiği tohumdan bol ürün…
Kimi, diktiği ağacın meyvesini…
Kimi, kuracağı evin düşlerini…
Kimi, dünyayı dolaşabilmenin özlemiyle bekler;
ömürler böyle gelir, böyle geçer…