Bizim kuşak iyiyi de gördü, kötüyü de

Güzeli de gördü, çirkini de…

İyiye, güzele dair şeyler hep mazide kaldı…

Kötüler, çirkinler bugünlere uzandı…

Teknolojinin sağladığı nimetler yoktu ama…

Doğayla iç içe olmanın,

Yeşile doymanın mutluluğu vardı.

Çok katlı binalardan yükselen kulak tırmalayıcı matkap sesleri yoktu…

Sokaklarda top peşinde koşturan çocukların, sevinç çığlıkları vardı.

Yaşam alanını daraltan kaldırım işgalcisi son model araçlar yoktu…

Kaldırımlarda, simit, koz helva, elma şekeri satan seyyar satıcılar vardı.

Marketler yoktu… Vitrinleri dolduran meyveler de…

Ama ona gerek de yoktu…

Hemen her evin bahçesinde, elma, armut, kiraz ağaçları vardı.

Bir telefonla dondurma, pasta canın ne isterse ayağına gelmezdi…

Mis gibi havayı soluyarak canın çektiği şeyin ayağına gidilirdi…

Yaz sıcağının etkisinden kurtaracak klimalar yoktu...

Ama, neredeyse her evin bahçesinde doyulmaz serinliğin pınarı sayılan çeşmeler vardı.

Kana kana su içilen çeşmeler…

Kalabalıklar yoktu öyle…

Öylesi kalabalıklardı işte…

Sayı azdı…

Ama sevgi saygı sonsuzdu…

Dostluklar da öyle…

Sapına kadar mert…

Şarkılar, türküler eski Ankara içindi…

Mısralar da…

Ankara'dan kaçılmaz,

Ankara'ya koşulurdu…

''Ankara, Ankara; güzel Ankara!
Seni görmek ister her bahtı kara'' idi dillerden düşmeyen.

Şimdilerde çok şey var konfora dair…

Ama bir şeyler eksik…

Onu arıyor insan…