Erken seçim bu kez gerçekten çok erken geldi... Bu nedenle "baskın seçim" olarak adlandırıldı...
Bu tanım genellikle muhalefet tarafından kullanıldı...
Ama aslında tanım, "baskın basanındır" özdeyişini hatırlatması nedeniyle iktidara psikolojik bir üstünlük sağlıyor.
***
Tabii baskın söz konusu olunca "basılan"ın durumu önem kazanıyor...
Eğer "basılan" baskını önceden haber alamamış ve gafil avlanmışsa vay haline!..
Yok eğer olayı haber almış ve hazırlanmışsa baskını yapanın işi zor demektir!
***
Muhalefetin durumu seçime hazırlıksız yakalandığını gösteriyor...
İktidar, aday olacağı önceden bilinen ve ülkede "kemikleşmiş" bir taraftar grubu bulunan Tayyip Erdoğan'ın liderliğinde seçime giderken...
Muhalefetin en önemli ögesinin ne yapacağı hâlâ belli değil.
***
"Muhalefetin en önemli ögesi" derken CHP'yi kastediyoruz...
AKP'nin aksine CHP'de çok bariz bir "lider zafiyeti" görülüyor...
Kılıçdaroğlu, bir önceki cumhurbaşkanlığı seçiminde AKP'ye yakınlığı bilinen Ekmeleddin İslamoğlu'nu aday göstermiş ve yenilginin müsebbibi olarak görülmüştü... Bu seçimde Ekmeleddin İhsanoğlu, oyunu Tayyip Erdoğan'a vereceğini peşinen ilan etti...
Zaten aday olduğu seçimde de AKP'li arkadaşlarına danışarak aday olduğunu söylemişti...
Siyaset kulislerinde konuşulanlar doğruysa İhsanoğlu, o zaman Gül'ün işaretiyle aday gösterilmişti.
***
Görünen o ki Kılıçdaroğlu o olaydan gereken dersi çıkarabilmiş değil...
Eğer ders çıkarmış olsaydı, çok kısa zaman aralığında çok önemli bir zaman dilimini yine bir başka AKP'li olan Abdullah Gül'ün adı etrafındaki tartışmalarla harcamazdı...
Bugün bile gösterilecek adayın kendi partisinden olup olmayacağı bilinmiyor!
***
Aslında muhalefetin ortak bir cumhurbaşkanı adayı olsaydı, cumhurbaşkanı adayının partili olup olmaması önem taşımaz hatta bir avantaj olabilirdi...
Ama siyasal realite denen bir şey var... Muhalefetin diğer iki ögesi seçime kendi başkanlarının adaylığıyla gireceklerini açıkladılar... HDP de cezaevindeki eski genel başkanını aday gösterdi...
Bu koşullarda CHP'nin hâlâ "dışarıdan" aday araması "abesle iştigal"den başka bir şey değil.
***
Bu tablo elbette Tayyip Erdoğan'ın işine yarıyor...
Mevcut konjonktür değişmezse Erdoğan birinci turda gereken çoğunluğu elde etmeye çok yakın görünüyor...
Seçim ikinci tura kalsa bile o aşamadan sonra muhalefetin ikinci sıradaki adayın etrafında toplanabilmesi zor... Çünkü muhalefetin esas sorunu "parçalı" olmasından çok parçaların birbirinden kopuk olması.
***
HDP'yi malûm sebeplerden dolayı tartışmayalım... CHP, İyi Parti ve Saadet Partisi arasında ise bir "kan uyuşmazlığı" sorunu var...
CHP'nin bir jest yaparak İyi Parti'nin seçimlere katılmasını sağlaması bu durumu ortadan kaldırmıyor...
Bu üç partinin tarihsel bir rekabet içinde olan tabanlarının ikinci turda partilerden herhangi birinin adayı etrafında birleşmesi hiç de kolay görünmüyor.
***
Geçmişte bu köşede yazdığımız yazılarda siyasette ütopyanın önemi üzerinde durmuştuk...
Ütopyalar hiçbir zaman tam olarak gerçekleştirilemese de bir "kutup yıldızı" gibi partilere yön gösterir...
Günümüzde muhalefet partilerinin en önemli sorunu, hiçbirinin kendilerine yön gösterecek ve kitleleri o yönde peşlerine takarak sürükleyecek ilkelerinin olmaması.
***
Muhalefet partilerinin yapmaya çalıştığı şey, geçmişte kimse memnun olmadığı için sessizce yitip gitmiş bir statükoyu yeniden "ihya etmeye" çalışmak...
Bu, bırakın ütopya olmayı bir "siyasal proje" olarak bile adlandırılamaz...
Kitlelerde geleceğe yönelik umut uyandırmayan ve onları harekete geçiremeyen partiler bir araya gelseler, hatta bir seçim kazansalar bile kısa zamanda yarattıkları hayal kırıklığıyla karşıtlarını daha da güçlendirmekten başka bir şey yapamazlar...
Kısacası, önümüzdeki seçimlerde AKP'nin en büyük şansı hâlâ muhalefet!